30 Ağustos 2016 Salı

Korkarsan, Kaybedersin...

Sol yanım, sağ elim ve sol elim; olmasaydınız; ben, ben olmazdım..
Yarım kalırdım..
Eksik yaşardım...
Hırsa, gurura, korkaklığa ve inada terk etmiyorum sizi...
Cesarete, inanca ve sevgiye emanetsiniz...



Bazen 27. kattan düşer, kalkar ve yürürsünüz..

Nereye düştüğünüz ve nasıl düştüğünüzdür sonucu belirleyen...

Belki de dört ayak üzerine düşmüşsünüzdür, ya da Allah korumuştur, kim bilir..

Pekala, özel güçleriniz de olabilir..

Benim yok, düştüğüm yerden kalkma nedenim; ilk iki seçenekten biri olmalı..

O halde, teşekkür ederim..

Şayet tanıdığım bir Superman olsaydı, düşmeden havada tutardı belki...

Bak şimdi!

Şanslı hissederken nasıl da ters köşe oldum, öyle değil mi?



Gece uyandım, saat kaç bilmiyorum.

Bakmak da istemiyorum zaten,

Üsküdar ışıl ışıl..

Balkondan izinsizce içeri giren rüzgar ile ürperiyorum..

Uykum var, neyse ki çabuk geri uyuyacağım.

Kapıyorum gözlerimi..

Olmuyor.



Eksiklik ya da fazlalık sorguluyorum..

Sıcak fazla, yatakta bir yastık eksik, rüzgar fazla... Su? Evet, evet susamış olmalıyım, su eksik, ışık fazla; zifiri karanlık olmalıydı... Sonra, sıcak da olsa, yorgan eksik... Fazla... Eksik... Liste ne kadar da kalabalıkmış.

Uyuyamamama şaşmamam gerek.

Başka?

Sol elimin işaret parmağı kesik o acıyor biraz.

Öyle mi?

Sonra..

Sağ dizimi de mermere çarpmıştım bugün..

Demek öyle..

Yok değil!

Anlayış eksik, bakış eksik, sükunet eksik, bazen de sükunet fazla...

Bir dolu eksik, bir o kadar da fazla var..

Kalp eksik mesela.. Bilek eksik... Masa eksik, sandalye de..

Hava eksik, ciğer eksik, alveoller.. Onlar da eksik..

İnsan eksik..

Tolerans, sevgi, hoşgörü, saygı, inanç...

Hepsi eksik..

Bir mide bulantısı baş gösteriyor, uyuyamamamın mide bulantısına evrilişi ile yüz yüze geliyorum bu kez...

Doğrulmuyorum..

Bir ret bir davet. bir beyaz sihir miydi?

Gelsin diye bekliyorum neredeyse 1 yıl olmuş..

Yine neden ihtiyaç duyuyorsun, semavi bir afet mi gerek diye soruyorum kendime...

Artık öğrendim kendi kendimi kaldırmayı...

Ne de güzel kalkıyorum ama..

Bahanem de var, susadım...

Yine de biraz sohbet etsek; ne güzel olmaz mı sevgili suskun?


Yağmur da yağmıyor aksi gibi, damlacıklardan da medet ummak mümkün olmuyor..

Ne göz buruna, ne de burun dudağa dönüşebilir bu durumda..

Akıp bozulmazlar da..

Hiç var olmamış bir şeyin en iyi tarafı, bozulamaması galiba..


Var olduğunda kaybolması sürecini düşünüp, var olmayışa şükür de edilebilir bazen..

İyi ki var olmamış.. Çok şükür..

İyi ki denenmemiş çok şükür!

Orda bir dur işte..

Yukarıdaki yazıyı 19 yaşımdan 20 ye girdiğimde yazmışım.

O zaman bile denememiş olup kenara çekilmenin ne kadar yarım bıraktığından bahsetmişim.

Deneyip, kaybetmenin, daha tercih edilebilir olduğuna kanaat getirmişim.

Denemek için kalkmışım, yürümüşüm, koşmuşum, düşmüşüm, kanamışım...

Yine kalkmışım..

Kum torbaları eşlik etmiş bileklerime bazen...

Taşın altına koyduğum elimin parçalanışını izlemişim ve şükretmişim bir tane daha var diye..

Onu da koyabilirim demişim..

Ne yürek ama..

Ah güzel çocuk, onu saklasaydın bari..

Yok olmaz ki, sen olabilmenin de gereklilikleri var değil mi?

İnsan yükü ağır demişim bir yazımda, hep de taşımayı severim aksi gibi.. Omzumda az yük olunca eksiklik hissedenlerdenim..

Ne de güzelsin sol elim, sol yanım..


Sağ elim de iyileşmiş..

Yine iki elim olduğunu hissettiğim anda, kaya parçası arayışım su yüzüne çıkmış olsa gerek.

Ondan bu buluşma..


Bir dakika orada da bir hata var..

Artık kaya değil mermer parçası arıyorum..

Yarı değerli taş sınıfı parçalasın istiyorum elimi..

Onlarla tasarım yapıyorum gecelere kadar, parçalanacaksa, değerlisiyle parçalansın değil mi?

Çakılla, kayayla bolca parçalandı zaten..

Bu(!) kere de, yarı değerli taş ile parçalansın..

Tam değerliyle niçin değil diye soruyorum kendime...

Olmaz, tasarıma müsait değil diye yapıştırıyorum cevabımı.

Ne de net bir cevap..

Oyamayacaksam, işleyemeyeceksem, yalnızca devşirme bir yöntem ile o an için adapte edebileceksem, ne anlamı var ki elimi sürmemin?

Sürmediğim el de parçalanmaz..
İşte bu bir gerçek; dokunmazsan, koymazsan elini, parçalanmazsın!


İki elime bakıp gülümsüyorum yine.

Tuşların arasında oradan oraya koşuşturuyor parmaklarım.

Oldukça iyi görünüyorlar gözüme.

Tırnaklarımı da yemiyorum artık...

Tam olarak hazırlar parçalanmaya.

Taş da hazır belli ki..

Yükselmekte..

Kalbim hıp hızlı çarpıyor..

Ha düştü ha düşecek..


Mazoşist miyim yoksa?

Hayır değilim..

Ümit ediyorum yine..

Düşmezse, ne de güzel bir tasarım çıkacak o taştan biliyor musunuz?

Her renk her modelde üstelik..


Yükselişini izliyorum..

Sol yanım inliyor.

Sert, hızlı, güçlü..



Tasarlıyorum..

Çizimime bakıp beğeniyorum.

Taşa bakıyorum.

Bu tasarıma öylesine yakışacak ki..

Heyecanlanıyorum...


Tasarım taşa, taş da tasarıma çok yakışacak,

Devşirme değil içine işleye işleye bütünleşecekler..

Düşmezse, kırmazsa, kırılmazsa...


***

Ah bu kez bir kırılmasa..

Öyle güzel bir iş çıkartacağım ki ortaya, gözlerinizi alamayacaksınız.

Kalem elimde, elim taşın tam altında..

Tasarlıyorum ve bekliyorum..

Öyleyse; varlığı, cesareti, çarpıntıyı hissetmem normal..

Zaten öyle anlaşmıştık..

Sen daha çok sevecek, ben de hiç korkmayacaktım..

Öyleyse hoş bulduk, tekrar... Beyaz sihirli semavi afet!



Ah sol yanım; az daha sabır. Düşecekse de düşer...
Sağ elim; çizmeyi bırakma.. Korkma...
Ve sevgili sol elim; biliyorum, olur da yine parçalanırsam sen ordasın, düzelene kadar, yine beni taşırsın...

Sevgilerimle,

D.B