30 Mayıs 2011 Pazartesi

Hayallerimin adamı, söylediklerime inandı mı?

Babam bir ara evlenmemem konusunda baskı yapıyordu, ''tamam babacım diyordum erken evlenmeyeceğim'', sonra kem küm etti ''30 umdan önce evlenmeyeceğim'' dedim, Bir baktım ipin ucu kaçmış babam 40 'ı yakalamak peşinde.

Hıhı! dedim mutlu olsun diye, son cümlesi 30 'dan önce erkek arkadaş istemem oldu.

Ne denir şimdi buna? Babacım geç kaldın desem üzülücek, ''yok baba asla 30 dan önce! Xy algım kapalı'' desem ben kendimi dalga geçiyormuş gibi hissedicem.

Ama yinede kendi hislerimi bir kenara bıratım. '' Haklısın babacım 30 dan önce erkek arkadaş için çok erken'' dedim.(saygısız bir çocuk değilim yemin ederim dalga geçmek de değil niyetim, ama babamın bütün aksam masa da surat asmasına gönlüm el vermedi)

İnandı mı bilmiyorum ama bir mutluluk haline girdi görmeniz gerek... Bütün gece şen kahkahalar attık, ben biraz suçluluk hissetmedim değil...


Babama not:

Babacım kabul edelim, 30 dan öncesi erkek arkadaş için çok da erken değil , hadi gel makul bir nokta da anlaşalım... Böyle ikimizde komik oluyoruz... Senin 30'undan önce kız arkadaşın olmadı mı canım?? (Bu bir soru değil bu arada, yaşımdan yaşını çıkarıcak kadar matematiğim var! Yani..)

Babannem flörte karşı... Ben hayallerindeki torun..

Yeni nesil çok acaip derler, külliyen yalan!

Acaip olan eski nesil! Gerçekten ama!

Onların yaşına gelince , onlar gibi olmam yani eminim,şansımı zorlamam ben...

Babannem mesela, duymak istediğini duyar hep , görmek istediği gibi görür... Geçen gün bana gelmişlerdi birlikte , o çok seviyor diye ''Deniz Yıldızı'' diye bir dizi var (bende ozaman duydum) oturduk hem muhabbet ediyoruz, hem onu izliyoruz.

Mırıl mırıl birşeyler söyleniyor,dedim ki ''Ne oldu babanne ne söyleniosun?'' ''Şu kıvırcık saçlı kız var ya'' dedi , ''ee babanne'' dedim, ''O herkesle öpüşüyor kızım, hiç hoşuma gitmiyor benim o kız.''dedi. Bende güldüm ''haklısın babanne'' dedim.

Durdu durdu , ''Sen onla bunla öpüşmüyorsun dimi kızım'' dedi.
''Yok babannecim'' dedim.

Sonra biraz daha durdu belli, bir sıkıntısı var, ''Sen geceleri falan erkeklerle dışarıda çıkmıyorsun dimi kızım'' dedi.
''Yok babannecim çıkmıyorum'' dedim.

''Tek başına da çıkmıyorsun dimi kızım, arkadaşlarınla çıkacağın zaman topluca çıkıyorsunuz gündüzleri'' dedi.
''Evet babannecim öyle yapıyoruz'' dedim.

''Öyle el ele falan da tutuşmuyorsun dimi, şimdiki gençler yolda sarmaş dolaş yürüyor bizim zamanımızda.....''
''Yok, ele ele de tutuşmuyorum'' dedim.

Sonra artık dayanamadım, ''bakışmıyorum bile babanne'' , ''hatta direk cümle de kurmuyorum konuşacağım zaman ben yanımdaki arkadaşa söylüyorum o iletiyor'' dedim.

Başta hoşuna gitti gibi oldu, sonra surat buruşturdu ''Aferim , sen benimle dalga mı geçiyorsun'' dedi.

E! yani dedim , biryere kadar tamam da ben hı, dedikçe sen eşeğin kulağına suyu kaçırdın.(düzeltmeyin o cümle böyle mutlu!).

Kısaca , yahu biz çocuklar elimizden geleni yapıyoruz mutlu etmek için sizleri! Sizde oh hadi şunda tuttu,istediğimi duydum, bunu da araya sıkıştırıveriyim demeyin. Karşılıklı bir adım atalım olmaz mı?

Babannem için;
Babannecim seni çok çok çok seviyorum birtanesin sen... Ben bu yazıyı komiklik olsun diye yazdım, sen bunu okursun şimdi, ben gerçekten de , el ele tutuşup gezmiyorum bile, geceleri de uslu uslu bloğuma yeni saçmalıklar ekliyorum,senin öğrettiğin gibi kıyafet kesip biçiyorum kısaca hayallerindeki torunum!!

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Bu bir delilik hali vol2

Şimdi bir kombinler dizisi hazırlıyorum yatıp kalkıp onu düşünüyorum, her sabah uyandığımda bir parçanın diğer parçaya ne kadar uygun olduğu üzerine düşüncelerle kalkıyorum yataktan. Yatarken yine hangi parçaları hangi parçalarla kombine etsem diye düşünüp uyuyorum. Saplantı, takıntı oldu. Bu kombinasyonları olabilecek en iyi hale sokmak istiyorum... Maket yap, giyin , soyun, kes, dik, not oku, finale gir, jüriye çık, pozu hayal et, bu kıyafete hangi hikaye olsun, Sinan mimarisinde çatıların temel özellikleri, şu binanın sirkülasyon sistemide çözülmedi gitti, bu elbiseye hangi ayakkabı gider, bu çirkin oldu, bu çok güzel, şu çantaya aşık oldum , bu evin çatısı sakil amaaaan tam delirdim ya!! Ama keyifli bir yolculuk bu... (Kavaklıdere tatlı sert eşilik ediyor arada bana... ''Mehmet Yalçın'a sevgi ve teşekkürlerimle'')

Masamın üzerinde, 1/200 arazi maketim, pudra rengi 13 punt topuklu ayakkabılar ,kordelalarla fantezilerime kurban ettğim mercan rengi mini elbise, maket kartonlarım ve sketch book'um duruyor.. Yerde iğne iplik ve şallara, plan kesit paftalarım ve Architect Sinan notlarım eşlik ediyor...

Kerem sözümü tutuyorum, bak koleksiyonum yetişsin diye ne haldeyim... (ne kadar istediğim çok açık değil mi???)

Babacım yarım dönem dondurmama rağmen okulumu zamanında bitirmek için uyumuyorum bazen... 120 kredim bittiğinde tutman gereken bir sözün vardı unutma lütfen, seni seviyorum..(bu arada 117 de olsa olmaz mııı??)

Sevgilerimle... D.B

Ukalaysam suçum ne!

Bu kulaklar bunu da duydu sonunda, bir de duyduğum kişiyi görün, yakın arkadaşlarımdan birinin erkek arkadaşı.Ben oyle insan ayırmayı hakikatten sevmem ama bunu görseniz sümüğünüzü sürmezsiniz o derece(pucca'ya teşekkür=)) .Benim canım arkadaşım(yemin ederim benim arkadaşım diye demiyorum candır birtanedir akıllıdır, zekidir, güzeldir, bulunmaz hint kumaşıdır). Gitmiş xy kromozomunu almış ama evrimde homo erectus'da kalmış bir varlığa aşık olmuş. Tamam o yaptı bir hata (müdahale etseydin yazacağına diyenler haklısınız!!) ama yapamadım, her nekadar bir çeşit odun(!)kalas(!)vasıfsızlık abidesi varlık(!) , bile olsa arkadaşımın sevgilisidir diyip bağrıma bastım.

Abuk davranışlar ve saygısızlığın bini bir para, vazgeç kızım elini sallasan bin beşyüzü diyoruz , yok! Üzülüyorsun değmez, diyoruz! Hergün ağlıyorsun, adam adi yahu! zamanına yazık diyoruz, yok yok yok! Adam bizim kıza Brad Pitt yakışıklılığında, Einstein zekasında, Can Yücel kıvamında hatta R.T.E karizmasında; gözü görmüyor hatunun. Mehmet Günsür gelse yok diyecek yani o derece...! Neyse sonuç olmadı! Etkisiz kaldık biz.. En sonunda önümde birbirlerine girene kadar bende klasik kız tarafıydım anlaşılacağı üzere.

Ama bu cümle beni benden aldı artık...

Ben diyorum ki öyle ukalalık doğuştan falan gelmiyor, öyle kendi kendine falan da olmuyor. İnsan ukala; yapılıyor. Ciddiyim , zorla ukala yapılıyor. Yani hani öyle çok iltifata mazhar oluyor sanmayın ; hakettiğinden fazla ilgi gören her hiçbir vasıfı olmayan(!) varlık öyle oluyor. Hatta vasıfsızlığından ötürü ukala davranayım bari bir vasıfım var da ondan ukalayım zannetsinler diye ukala oluyor birçoğu. (istisnalar ne yazık ki kaideyi bozmaz) (odunluğu ukalalık yada cool(!)'luk olarak adlandıran bilimum genç lütfen üzerinize alınmayın)

ŞİMDİ, DÜN SUSMAM DAHA UYGUNDU! ANCAK BUGÜN ,ARKADAŞIMI GÖRDÜKÇE ANLADIM Kİ SÖYLEMEK İSTEDİĞİM BİRŞEYLER VAR..

''Bak güzel kardeşim, ilk olarak hala liseden kalmış o odun davranışlarınla değil daha cool yada çekici olmak(!) zaten mevcut olmayan(!) potansiyelinin bile çok gerisindesin! Üstelik , kendini sandığın şey inan bana değilsin! Hoş, bunun mahtemelen zaten farkındasın da! Birşey miş(!) gibi davrandığında , gerçekten çok zorlama duruyor bilesin! Söylediğin sözlerle zaten her nekadar kaliteni belli etmiş olsan ve özür dilememe acizliğinde bile olsan , umarım birgün sende değişirsin. Ve son olarak evet o cici kız senin peşinde şu üç günde hayatında kimse için çabalamadığı kadar çabaladı ama bu sen birşey(!) olduğun için değil o seni birşey sandığı içindi! farkına var! En azından korkak değil senden daha cesaretli davranmış olan insana saygı duy. Duygusuzca dik durmuş görünmektense(ki sadece görünmek mesele) duyguları için savaşmış olmanın değerini anlarsın umarım! Ama bunun için önce o aşağılık kompleksini bir kenara bırakman, hayat boyu değil de arada bir duygu karmaşasına düştüğünde sürünüyor olman gerek.''

Sevgilerimle...

D.B


Şey gibi işte... böyle DKNY’nin vitrinlerine bakıp bakıp iç geçirdikten sonra, kalkıp aynısı pazarda var diyerek 5 TL’ye aldığın penyeler. Kimisi iyi çıkıyor da, bu sefer yanılmıştı arkadaşım.. (Pucca'dan da biraz destek..)

20 Mayıs 2011 Cuma

Kim bu D.B?

SON DAKİKA!!!!!

D.B yine gözaltında!
Son dönemde yakınen tanıdığımız D.B, dengesiz davranışları yüzünden yine göz altına alındı...

Daha önce kadınları örgütlemek ve galyana getirmek yüzünden göz altına alınan D.B bu kez de ''haydi kızlar topluca terkedelim'' hareketini provoke etmekle suçlanıyor! Daha önceki cezası premenstural sendrom nedeni ile hafifletilen D.B 'nin bu kez, ne ceza alacağı merak konusu. Konuyla ilgili emniyet güçleri bir açıklama yapmazken D.B 'nin yarın makemeye çıkarılması bekleniyor.

D.B 'den ŞOK eden açıklama!
Kimse bir şey yapamaz AKP'den istanbul 3. bölge adayıyım!

D.B'nin açıklamasıyla herkes şok oldu, Ak partiden istanbul 3. bölge milletvekili adayı olduğunu açıklayan D.B , kimse bir şey yapamaz yakında dokunulmaz olucam diyerek herkese meydan okudu. Açıklama karşısında kamuoyundan bir kesim D.B'yi ciddiye almazken bazılarının kafasında acaba mı sorusu oluştu. Son gelişmelerle birlikte halk merak içinde AKP yöneticilerinin açıklama yapmasını bekliyor.

Başbakandan ŞOK eden açıklama!
D.B 'nin dedikleri doğrudur.

Başbakanın açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Haber kısa sürede kulaktan kulağa yayıldı. Parti tabanının bu durum karşısında ne tepki vereceği merak ediliyor. Halen daha gözaltında tutulan D.B 'nin bu açıklama sonrası ne şekilde bir tavır sergileyeceği de bir diğer merak konusu. İstanbul Emniyetinden henüz konuya ilişkin bir açıklama gelmedi.

Kulisler, çalkalanıyor! D.B serbest bırakıldı!
Mecliste D.B'ye dair çeşitli dedikodular kulaktan kulağa aktarılmaya şimdiden başladı.

Henüz milletvekilliği kesinleşmeden mecliste adından çokça söz edilmeye başlayan D.B bunu duyanlara bir de kesinleşse ne olacak dedirtti. Kulislerde meclisin bundan sonra hiç bir zaman eskisi gibi olamayacağı konuşuluyor.

D.B'nin serbest kaldıktan sonra, herhangi bir açıklama yapmaksızın Arnavutköydeki evinin yolunu tuttuğu söylendi.

Ak Parti tabanı tepkili
''Böylede kıyılara inmek olmazki''

D.B 'nin partiye dahil olduğunun açıklanmasının ardından Ak Parti tabanından bitmek tükenmek bilmeyen tepkiler geliyor. Tabanı tarafından kıyılara inme politikası hunharca eleştirilen akp'ye protestolar gün boyu sürdü. Bir grup vatandaş Akp genel merkezi önünde toplandı. '' Böyle kıyılara inmek, kendinden vermek'', '' kıyıları boş ver tabanına ses ver'' , '' dağdaki çoban tercihimiz D.B'yi istemeyiz'' sloganları atarak tepkilerini dile getiren vatandaşlar bir süre sonra dağıldı.

Nimet Çubukçu ne dedi?
Partisinin kurucu üyelerinden biri olan Nimet Çubukçu'nun pabucu damda ne arıyor?

Son aldığımız haberlere göre Nimet hanım depresyonda imiş! Odasına kimseyi almadığı ve tırnaklarını yediği söylenen Nimet hanım yaklaşık 3 gündür odasından çıkmıyormuş. Yemek yemeyi kabul etmeyen ve odasında sürekli İsmail Y.K 'nın çıtır çıtır beni ye şarkısını dinleyen milli eğitim bakanı nın kendisini kriptografi'ye vererek sakinleşmeye ve normale dönmeye çalıştığı söyleniyor.

D.B'den açıklama...
Tayyip bey'e layık olacağım, hedef 2023

Parti tabanının tepkilerine anlam veremediğini söyleyerek sözlerine başlayan D.B, sorun sarışın olmam ise saçımı bile boyatırım dedi. Tabanına ve partisine yaraşır bir şekilde davranacağına söyleyen D.B hedeflerinin 2023 olduğunu ve Nimet Çubuk'çunun yerinde gözü olmadığını sözlerine ekledi. Tayyip bey hakkında ne düşünüyorsunuz sorusu üzerine başbakanımız çok karizmatik bir adam diyerek karşılık veren D.B ben sadece amblemdeki sarı ampülü sevmiyorum , renk bence pembe olmalı dedi. Mimar olması dolayısıyla gazetecilerin çılgın proje sorularını yanıtlayan D.B şahsen Başbakanım istesin 3. bogazda 4. boğazda açılır, pis insanlar gitsinler başka şehirlerde yaşasınlar, sulukule de kentsel dönüşüm oldu da iyi olmadı mı şimdi? dedi.Kendini affettirmek için olsa gerek yer değiştirmek zorunda kalıcak kimselere proje çizme vaadinde de bulunan D.B ''Nasıl olsa Türkiye'de binaların strüktürünü çözmek mesele değil bir yaparız, yıkılırsa ,farklı bir strüktür çözümüne gideriz bunlar büyütülecek meseleler değil onlara da yaşanacak bir yer çizeriz elbet'' dedi.

Nimet Çubukçu sonunda odasından çıktı!
Onun da dili sürçtü!!

Yelloz hanım partimize hoş gelmiştir. Diyip ardından pardon Didem hanım dicektim seçim dönemi yorgunluğu dilim sürçtü sözleriyle konuşmaya başlayan Nimet Çubukçu, bu konu hakkında konuşmak istemediğini kendisinin D.B'yi şahsen tanımadığını yakın zamanda tanıştırılacaklarını, son dönemde kendi şahsi bakımına zaman ayırmak istediğini bu yüzden evden çok çıkmadığını söyledi. Konuşma sırasında kaş ve bıyıkları onu yalanlar nitelikte olsa da gazeticilerin ısrarlı sorularına rağmen, teşekkür edip makam arabasına bindi.


D.B den yelloz sıfatına yanıt.


Kendisine yelloz diyen Nimet hanıma herhangi bir kızgınlığının olmadığını kendisinin son derce soğuk kanlı ve insanların düşüncelerine saygılı bir birey olduğunu söyleyen D.B dildir sürçer kesinlikle(!) dil sürçmesinin bilinç altının dışarı yansıması olduğuna(!) inanmıyorum dedi.


Başbakan'dan tabanına sesleniş: Sevgili tabanımız az sabretsin, o da yola gelecek.


Ağaoğlunun yaptım olacak reklamlarından etkilenmiş olsa gerek başbakan bugün öğlen saatlerinde tabanına seçim meydanından seslendi: sabırlı olsunlar D.B tam bize göre, azıcık değişmesi gereken tarafları yok değil ama hepimiz bir miktar(!) değişmedik mi. O da zamanla parti sistemimize adapte olacak ve size layık olmak için çabalayacaktır emin olunuz. Ben seçtim olacak dedi!




Gelişmeleri merakla bekliyoruz... Takipte kalın!








Evli ve çocuklu bir adam böyle olmamalı olmasın...

Aşk Tesadüfleri Sever'e gittim. Kimse laf söylemesin hiç! Gayet de güzel bir filmdi. Ben sonunda hüngür şakır ağladım şahsen.(belki duygusal bir dönemime denk gelmesiyle ilgilidir biraz da ama hatice netice davalarında netice demişlerdi mühim olan, o halde ağladım.) .

Herneyse, zaten merak edenler gider izler, o yüzden konusu böyle, müzikleri şöyle demeyeceğim. Başka büyük sorunlarım oldu bu film vizyona girdikten sonra..

Bu Mehmet Günsür ceza..

Şahsen bana ceza yani..

Film arasında çıktık suratım beş karış, annem dedi ki ne oldu beğenmedin mi filmi? Yok dedim beğendim de... Kem küm..

Yani anlamıyorum ben, allahım madem, bu adamı yarattın neden bukadar yakışıklı yarattın? Hadi bu kadar yakışıklı yarattın niye bir adet yarattın? Hadi diyelim ki bir de bir adet yarattın peki niye kamuya açmadın da evlendirdin? Bari kamuya açsaydın ,olamaz mıydı, bukadarını haketmedik mi??

Bu kadarı azap! Ciddiyim! Göze , duygulara, tüm xx'lere azap... Acımasızlık...

Eşitlik istiyorum yahu...

Evli ve çocuklu bir adam böyle olmamalı olmasın...

Sonra hiç ahlaki bulmamama karşın ben de sorguluyorum '' Kalede kaleci var diye gol atılmaz mı yani?'' Çok çirkin çok, Mehmet Günsür toplumun ahlakını bozuyor, RTÜK asıl ona yasak koymalı...

BENCE...

Bir yerde bir hata var...

Hayatında toplamda 10 kere yemek yaptığına şahit olmadığım bir kadın annem...

İleride elbette onun gibi olmak istiyorum.

Babam öyle kılıbık bir adam falan da sanmayın yani , aslan burcu kendisi, birkere en iyi en akıllı en mükemmel hep o. Kötüsü bende aslan olunca bir ve iki(bir benim elbette) belli bizim evde, diğerleri kendi derdine yansın...

Ama ben bu işi çözemedim arkadaş, madem bir ve iki belli pratiğe de yansımalı öyle değil mi?

Değilmiş, annem dizisini izler babam iş yapar , babam annemden iyi yemek de yapar, marketten döneriz hammalık babamla bana bakar. Ben iyi tatlı yaparım...

Biz iyiyiz diye gezeduralım evin bütün ağır işlerini babamla yapıyoruz sırayla, karşılığında toplum içinde en iyi olduğumuza dair ahkam kesmemize izin veriyorlar galiba. Hatta daha da kötü, kendi halimize bırakıyorlar belki de...

Ben dün dayanamadım kızdım artık ''kriterlerimi yükseltiyorsun yahu baba nerden bulucam ben senin gibi adam'' dedim? (dikkatinizi çekerim gene babam gibi! Hani biz öyle kaptırmışız bu en olayına kendimizi...)

Olay bir acaip değil mi? Aklını kullanan biziz sözde, sonra?

Sonra, bütün işleri yapan da biz...

Ağıza bir adet kesme şeker verip, hadi kızım deh! demek değil mi bu?

19 Mayıs 2011 Perşembe

Bir hikaye...



Kız ne zaman onu böyle çok sevdiğini hiç bilememiş...

Sadece her geçen gün de daha çok sevmiş, her geçen gün de bir parça daha hediye etmiş ona kendinden, çocuk sevginin nedemek olduğunu ona sarılırken fark etmiş.

Herşey hızlı çabuk ve mutluymuş, ayrı kaldıkları her süre yanyanaymışlar aslında ve sarılarak uyumadıklarında uyumak yokmuş. Yanyana nefes almıyorlarsa nefes hava hiçbirşey yokmuş.

Kaçmışlar, ve kaçarken yakalandıklarında ,kaybetmeye yaklaştıklarını onlarda anlamışlar; birtek öyle çok muş ki sevgi, hep bir bitiş tükeniş yaklaşırken ,o artmış.

Günler, günleri takip etmiş; iki ciddiyetsiz , alaycı genç yaratık dünyayı unutmuş.

Biri onlara hatırlatıncaya kadar , her yol kısaymış buluşacaklarsa ve en güzel zamanmış beklemedeyken geçen, eğer görüşülecekse.

Hatırlayınca, kız tükenişi beklemeye başlamış, elbette herşeyin sonu olacağı gibi bunun da sonu olacağına inanmış.

Ancak öyle olmamış...

Her gün daha çok daha çok sevmiş, birgün dünyadaki herşeyden çok sevildiğini farkettiğinde, her şeyden çok sevdiğinide anlamış.

Git demek her geçen gün daha zor olunca, ilk günün olabilecek en kolay gün olduğuna karar vermiş.

Kız gitmiş, konuşmuş ve yarısını orda bırakıp dönmüş.

Yarın yokmuş...

Dün acıtıyormuş...

Sabah onu görmeden uyanacağını düşününce ölmüş, dirilmiş sonra onu öpemeyeceği düşüncesiyle tekrar ölmüş ve her düşünce ile tekrar tekrar öldürmüş.

Güneşin altında yeni birşey yok...

Dünya üzerinde biri birinden tümüyle farklı ne var?

Yeni olan? Yeni kavramını hak eden ne?

Yeni olan ''BİZİZ''

''Yapılacak olan herşey yapıldı.''
''Mücadele edelim!''
''Ettiler,kaybettiler.''
''Kayıp kuşak''

Başarı liyakate bağlı...

Hata yapma lüksü hep elimizde olmalı yinede...

''Je t'aime''

''Je t'aime'' cekimini inceliyorum 2 gündür... Çekimin konsept tasarımcısı Z. Berhan Yılmaz, fotoğraf sanatçısı ise Mehmet Erzincan. Ne kadar begendigimi yada yaratici buldugumu bilmiyorum soylememe gerek var mi? Kotu birsey yazip daha gercekci görünmek de isterdim ama 20 yas deneyimim yeterli değil sanirim ''detaylica'' incelemeye devam ettiğim bu cekime dair ......... olsa daha iyi olurdu cümlesi kurabilmek için. Bu işte imzam olsun delice isterdim ama bunu söyleyebilirim.




Öncelikle çekim inanılmaz eğlenceli görünüyor, kocaman pandaları ve iyi kombine edilmiş parçaların eşlik ettiği modelleri barındıran kareler kesinlikle nerde olursa olsun dikkat çekmeyi başarıyor.Panda bir karede modele kırmızı halıda eşlik ediyorken, diğer karede karşısında durup , onunla öpüşüyor, uzaktan uzağa acı acı onu izlediği ve modelin pandaya sırtını döndüğü kare de çok güzel bence.Ama en çok panda'nın modelle tango yaptığı kareyi sevdim. Çekim için yapılan mekan tercihleride bence çok başarılı, her kare için farklı bir mekan seçilmiş. Mekanlar iki karekteri adeta bakanın gözüne sokuyor ve arka planda, sade ama etkileyici bir fon oluşturuyor. (önde olma, arkada olma durumu her kare de çok belirgin)


Çekim sanki modaya aşık olan, onun için acı çeken, ona tutkuyla bağlı ve ona yakın durmaya çalışan; yinede kendine özgü tarzından çok ödün vermek istemeden tüm bunları yapmayı deneyen bir pandayı anlatıyor ve bu noktada modayı kendinize uydurarak ona uyun der gibi...



Bir taraftanda çok sevimli bir hayvan kullanarak belki ''moda'' ve ''hayvan'' barıştırılmaya çalışılmış, birinin diğerine zarar vermeden de güzel sonuçların ortaya çıkabileceğine işaret edilmek istenmiştir... Diye düşünüyorum ben... (Her dönem de kürkün moda olması, tasarımcıları ikiye bölmüş durumda çünkü...)





Bilmem..




Berhan bey'e sormak lazım, kendisi Borusan Flarmoni Orkestrasının konsept tasarımcısı ve yoğun bir dönemde, sorsak cevap verir mi acaba??


...


...




Bir cekim incelerken birkac gun boyunca tekrar tekrar ayni karelere dönerim genelde, farkli detaylar bulmaya calisirim. Bu cekimde de detaylari yakalamak icin çabaladim... Çabaliyorum.. Görmek istedigin kareyi önce hayal etmek sonrada yaratmak harika olsa gerek, tek bir karede bütün bir hikaye.. üstelik karakterler betimlemeye gerek kalmaksızın göz önünde olduğundan daha canlı ve bir kismi bakanin hayal gücüne bırakıldığından daha geliştirilebilir...





Konsept tasarımını yapan için yorumları duymak da muhtesemdir eminim, kendi hikayelerinin baska zihinlerde ne yone evrildigini gözlemlemek , çok sihirli olmalı...

Aybükecan ben değilim baştan söyliyim de bitsin bu dert!!!

Kalemime bir sınır olmasın istiyorum...

Çok mu şey istiyorum yani?

Bu bloğu tutup '' yatmadan önce 100 fırça darbesi kitabına çevirmicem elbette'' (çeviremem de zaten orası ayrı, ben aldım okudum o kitabı, hatun kafayı çizmiş ya yok öyle bir dünya!!)

Bugün annem gelip geçtikçe göz gezdiriyor bloğuma tabi daha linkini vermiyorum ,(Evet! Bir anda yaymak planım(hala böyle bi planım var yani henüz kabullenmedim kendin pişir kendin ye tadında yazılarım olduğunu)).

İçten içe korkmuş; ''ya bu kız aile sırlarımızı deşifre ediyorsa'' diye. Hatta daha kötüsü ''ya kendini deşifre ediyorsa'' diye (deşifre edilcek bir şey olsa da etsem keşke, yok diyorum inanmak istemiyor zavallım). Neyse annem hayıflanadursun bende güle oynaya yazı yazıyordum.

Sonunda dayanamadı... Oraya düzgün şeyler yaz haa dedi...(bir kere bu haa(!) burada çok kaba oldu annemi yanlış tanıtmak istemem kendisi nazi generali olsa , nazik bir nazi generali olurdu muhakkak) .

Şimdi düzgün şeyler derken??

Ben tam ağzımı açıyordum ki...

Vazgeçip sustum...(bazen susabiliyorum, kendimi bile şaşırtıyorum öyle zamanlarda)

Yahu dayımın halasının eniştesinin kızının torunundan bana ne! Şimdi ben şurda yazıcaksam o da o kadar işsiz güçsüz ki bunu okuyup(yazılarımı okuyanlar işsiz güçsüz değil bu sıfat tamlamasında bir hata var bende çözemedim, okuyup konuşanlar işsiz güçsüz o noktaya vurgu var bu cümlede) konuşacaksa söyleyin bana ben yazmasam da zaten konuşmaz mı??

Kurma hikaye yazarmışım, hikayedeki aybükecan karekterini ben sanrlarmış, aslında o karekter varya, o didemmiş kendini yazmış derlermiş, aybükecan ne yapsa benden bilinirmiş, yapmasa da yaptı derlermiş....... ....miş ......mış ....muş. Ben en son üst kata çıkarken; o otomatik pilotta, konuşuyordu. Giyindim, araba anahtarımı aradım, bulamadım, sordum dolapta diyip devam etti. Evden çıktım, arkadaşlarımla buluştum, oturdum , döndüm inanır msınız hala aybükecan'ın ben olmadığıma nasıl ikna edermişiz insanları kısmındaydı... Ağzı yorulmadı mı diye baktım yok spor yapıyor resmen, gitti rahat bir 500 kilokalori... Şuan blog yazıyorum o hala aybükecanla benim aramızdaki farkları insanlara nasıl anlatacağıyla uğraşıyor...

Ne enerji ne konuşma azmiymiş şaşırdım, yani bağımsız aday olsa, ben yemin ederim veririm oyumu sonunda susması ihtimal dahilinde ise bile...

Engin sussa diyorum...

Her reklamda fonda Engin Altan Düzyatan'ı duymaktan bıktım...

Neden mi?

Adamın sesi beni hasta ediyorda ondan!

Herşey şey bitti bir de ses takıntım başladı sayesinde... (Sesi Engin'e benzesin nedir ya...?!) (O değil engin nedir asıl?! Sanki kırk yıllık kankam!!) Hayır babannem hep der bana ''hem kız hem baldırı düz hem ucuz olmaz'' diye. Ben sanki hepsini buldum bir ses kalmıştı takmadığım o da Enginciğimin sesi gibi olsun diye dolaşıyorum. (Bu durum için çok terbiyesiz bir lafta var lugatımda buldunlu arıyosunlu ama bloğumu kirletmeyeceğim...). Kötüsü adama bok atamıyorumda!! (Bravoooo ne kadar naziğim sen git aramalı bulmalı lafı koymuyorum de , bloğum kirlenmesin diye vıdı vıdı yap arkasındaki cümlede ''bok'' kelimesini kullan , ''dam üstünde saksağan gel bize bazı bazı'' -düzeltmeyin biliyorum vur beline kazmayı olduğunu-)

Herneyse, ''sesi iyi ama ,adam aptal yaaa'' deme özgürlüğümü istiyorum... Yada ''zeki ama tipi cık, ha haayyy rüyasına teşfrif etmem'' deme hakkımı istiyorum...

Adama bazı şeylerden biraz, bazı şeylerden fazla, seste de son gaz bonkör davranmış güzel tanrım...

Yordunuz beni Engin bey cidden yordunuz yani...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Taşkışla'dan Taksim'e...

Taşkışla’dan her çıkış öncesi zorunluluk haline gelmiş gibi görünen bir ritüel tekrar eder. Ağır kapı itilir ve koca bir şehrin ortasında, tıpkı bir hazine gibi dışarıdaki hengâmeye inat huzurlu orta bahçe karşılar, geçiş ve çiğnenme mekânı olmaya itiraz eden orta bahçe duraklatır. Bir sigara ile selamlayarak, bir diğer kapısına yönelip hoşça kal dersiniz, huzurlu dikdörtgene…

Hep bir bekleme vardır bu taş yapıya giriş ve çıkışlarda, gerçekten denk mi gelir yoksa sadece bu binadan ayrılma ya da binayla birleşe sonucu, bilinçaltının duraksamasının bedene yansıması mıdır bilinmez…

Duraksama sonrası taş yapı sırta alınıp; sol koldaki yol yutulur. Solda Taşkışla uzanırken göz ileride ışıklara kayar, hız ayarlanır, ışığa yetişilir ya da her zaman olduğu gibi son anda kaçırılır.

Her ışık bekleyişinde solda gökyüzünü delen, sizi çiğneyen Ritz Carlton hırsla daha da, daha da yükselmek ister gibi karşılar bakışlarınızı. Gülümsersiniz, huzurlu dikdörtgen ve içinde yaşayanlarla nasıl bir tezatlık oluşturduğu çakar beyninizde aniden, bu trajediye kim bilir kaçıncı kez gülümseyerek geçer ve sağınızda Ceylan oteli sevgiyle bağrınıza basarak, saygı duyarak selamlarsınız, hırslı rakibi ile kıyaslandığında bu sevgi ve saygı duygularının kuvvetlenmesi kaçınılmazdır. Çokça mağrur görünür gözünüze.
Yokuş yukarı yürümeye devam ederek sağda yeşil ile karşılaşır, solda bitişik nizam yapıların önünden geçerek ilerlersiniz. Mümkün olduğunca yeşilden uzak ama inşaat ve tadilat çalışmaları nedeniyle solda da çok olamayarak; bazen sol bazen sağ ritmik ama plansız bir akışın içinde yerinizi alırsınız.

Bir süre sonra öğrendiğin içselleştirdiğin, meydan tanımını karşılamayan ama meydan adını alan o yere gelene kadar akış içinde devam eder ve solda batı yakası hikayesi ile karşılaşınca durur bakış atarsınız, örnek cepheye.

Meydan olup olmadığını sorgulayıp durduğunuz çiğneme alanı ile karşılaşma hep hızlı olur. Duraklatmaz! Seri, işini yapan bir memur gibi; işini yapar ve aktarımınızı tamamlar. Bir an durup bu iş kolik adama şöyle bir bakarsanız çekinmeden ekşittiği yüzüne; acele etmenizi öğütleyen bir bakış yerleştirir. Mecbur devam edersiniz…

Moda tasarım workshop'u(m)...

Bir workshop'a katıldım geri dönüşümlü malzemeler kullanarak tasarım yapacaktık...




Ortaya güzel tasarımlar çıkar ise, worshop'un akabinde bir çekim yapılacaktı; bir derginin eko ekinde yayımlanmak üzere...


Ben tasarımımı hayata geçirmek için; gazete ve tutkal kullanmayı seçtim, sonrada nasıl birşey yapmak istediğime dair hayaller kurup eskizler yapmaya başladım...


Oldum olası kabarık etekler uzun balo elbiselerini severim ben... Çocukken barbie bebeklerime de hep uzun kabarık eski fransız soylularının giydiği tarzda elbiseler dikerdim zaten...(büyükbabam ve büyükannem terzi çok ufak yaşta iğne iplik ile tanışma fırsatım oldu)


Hayalimde hep barok üslubunda bir sarayda, büyük bir baloya farklı tasarımlarla gider gelirim ben... Her balo için farklı bir elbise ve farklı bir barok üslubunda saray hayal ederim...


Madem hiç bir sınırlama ya da yönlendirme yok bu workshopta gazetelerden kabarık etekli upuzun bir elbise yapsam diye düşündüm sanırım çok da iyi yapmışım, sonucta ortaya çıkardığım şeyi ben çok sevdim...


p.s Çekim için gelen fotoğraf sanatçısı (Kerem Çobanlı) workshop için yapılan çekimde benim modellik yapmamı isteyince hem yazdım hem oynadım tadında birşey oldu... (Başka tasarımlarla poz vermek de güzel ama...) kendi tasarımını giymek ve poz vermek ne büyük mutlulukmuş anlatamam... Çekime ait 2 kare ekliyorum, bakalım sizin beğeninizi kazanacak mı?

17 Mayıs 2011 Salı

300 olmasa da bir kaç spartalı aranıyor...

Siyaset konusuna girmeyeceğim bu blogda dedim ben kendi kendime... Bloğa başlarken siyasi içerikli hiçbir şey yazmamaya söz verdim kendime... O yüzden tereddütlerim var yazmakta öyle ya biraz parti adı geçecek bu yazımda ama siyasi hiç bir amacım yok yalnızca xx kromuzomuna sahip bir birey olarak hayallerim(iz)le oynandı ona bozuluyorum...

Bir tartışma sonrası Erdoğan açıklama yapmıştı 4000 partidaşımızla çıkarız o halde bizde meydanlara diye, bunun üzerine devlet bahçelide ülkü ocaklarından 4000 kişiyle çıkabileceklerini söyledi, bbp elbette haklı olarak aynı çıkışı turan ocaklarındaki gençlerle yapabileceğine dair bir açıklama yaptı. Sonra geçen gün bir gazetede okudum Obamada 400 zenciyle katılsın o halde yazıyordu...

Şimdi öncelikli sorum neden 400? Ne fazlalığı var bu insanların ki? Niye o da 4000 değilde yalnızca 400 zenciyle katılıyor?

Neyse...

Bir akşam arkadaşlarla toplandık bu konu açıldı...

Bunun üzerine, bir geyik başladı; o zenci senin bu partidaş benim herkes gülüyor... Kızlardan birinin ağazından fırlayan şu cümleye kadar herkes mutlu mesut, kahkahalarla sürdüyor muhabbeti anlayacağınız... '' bende 300 saprtalıyla çıkarım o zaman meydana''

Bu cümle tüm kadınların gözlerini parlatırken , bir çok xy kromozomuna sahip arkadaşımın ölüm sessizliğine gömülmesine neden oldu, bir kere rakam ne 4000 di nede 400 ama hepimiz biliyoruz ki 300 spartalı yeterliydi bu işi çözmek için... Meclisteki 400 koltuktan bile daha etkiliydi 300 spartalı, 300 değil 50 tanesi bile çözüme giden yolda ışık olurdu kanımca...

Peki neredeydi bu 300 spartalı? Nefret dolu bakışlarla bu 300 spartalıyı nerde sakladığı ve neden bizim bundan haberlerimiz olmadığını sorguladık! Şayet sakladıysa günahtı, haksızlıktı; çevresindeki biz xx kromozomlulara.....( Bu ortamda böyle cümle kurulmaz sevgili C.G ortamda yaşları 25 ile 28 arasında değişen; evde kaldım psikolojisinde hatunlar mevcutken özellikle! Herkes birkaç iyi adam bile değil bir iyi adam derdinde hatun tutmuş 300 spartalı diyor yaraya tuz basmak değil kezzap dökmek, karın deşmek bu! Ne düşüncesizce bir hareket!).

Sessizlik çığ gibi büyüdü, konu da kapandı zaten...

Ama ben eminim...

Öncelikle tüm kadınlar olarak o kızın, 300 spartalıyı nerede sakladığını düşündük biz o gece... Hepimiz mecliste meydanlarda, bilimum mekanda, o 300 spartalıyı hayal ettik. Sonra o 300 spartalı 299,298,297...... şeklinde azaldı hergün...

Tekinin hayalini kurana kadar düştük, düşürdük yavaş yavaş beklentilerimizi...

Ben ikna oldum şahsen olmadıklarına...

Ama bazı arkadaşlar hala inamak istemiyor... Yok!! Diyoruz inandıramıyoruz...

300 olmasada birkaç spartalı arıyoruz biz şu günlerde hayır sanki birkaç iyi adamı bulduk birkaç da saprtalı olsun derdine düştük... Bolluk o derece... (Kekimiz var birde pastamız olsun derdindeyiz)

Şaka bir yana...

İnanın arkadaşlar, ben sorguladım hatunu yokmuş!! Olsa ben de istiyorum 1,2 tane...

Arkadaşımız olsunlar, sanat içerikli sohbetler yapalım, müze gezelim, film izleyelim,sohbet edelim, biz uyuyalım onlar başımızda kitap okusun hiç değilse...

Demek istediğim kimse çıkmasın yahu meydanlara yada çıksın kurtulalım! Çıkıcamlar çıkmıcamlar yüzünden kaç kızın hayali yıkıldı konu 300 spartalıya bağlanınca...

Olan yine biz zavallı xx kromozomlu kullara oluyor...

Son olarak; Sevgili tanrım 300 olmasa da bir kaç spartalı yolla, çok şey istiyorsun diyorsan bir kaç iyi adam da olur. Arkadaşlarım için istiyorum, kendim için istiyorsam ne olayım...

Deli deliye ben akıllıya... İyi yıllar...

2010 Haziranından sonra en çok akıllıya muhtaç olduğumuzu biliyorum.. Bir sürpriz de bu haziran da beni karşılasın istiyorum. Ancak bu kez mümkünse iyi bir karşılama...

Bu ''iki'' haziran arasındaki bir yılın benden ne çok şey alıp götürdüğünü ve neler getirdiğini düşünüyorum bugünlerde...

Hayatın birkaç günde inanılmaz değiştiğini gördüm mesela, şimdi her iyi şeyin değerini daha çok biliyorum.(deniyorum)

''Aile'' nin insanın sahip olduğu en değerli şey olduğunu, her durumun eğer onlar yanında ise aşılabileceğini, öğrendim... Aklıma geldikçe onlara sahip olduğum için minnet duyuyorum tanrıya... Kendilerine belki dünyanın en iyi ailesine sahip olduğumu düşündüğüme dair ipucu vermiyorum yeterince, ancak bunu da git gide öğrenicem sanırım... Onlarla geçirdiğim zamanın ne kadar değerli olduğunu bu yıl daha iyi kavradım. Ailem söz konusu olduğunda neler yapabilceğimi neleri göze alabileceğimi gördüm...

Hayatta çok kötü olaylar yaşansa da zamanın herşeyin üstünü örtmekteki maharetinin ne kadar çok olduğunu öğrendim.

Hayatın sandığım kadar uzun olmadığını ama çok da kısa olmadığını öğrendim. O yüzden ertelememeye çalışıyorum planlarımı ama sabırsız da davranmamayı deniyorum sabır gösterdiğim de yeterince çabayla herşey oluyor, olduruluyor çünkü...

Güçlü olmanın, güçsüz yönlerini çok iyi bilmekle başladığını öğrendim... Güçsüz taraflarımı kabul ettim sonra...

Çok iyi dostların çok zaman geçirdiğin dostlar olmadığını... Hayatta olmaz dememeyi öğrendim...

En kötü şey de bile vardır bir hayır diyenlere kızıyordum, bu söz de doğruymuş; (deli bir optimistin uydurması değilmiş) onu öğrendim...

Olgunluk beraberinde, durgunluğu getiriyormuş ama hep bazı özellikler değişmeden, ne kadar yontulsa da, öylece kalmayı başarıyormuş, öğrendim.

''20 yıllık'' büyümek için ''3 gün'' azmış, hızlı büyüdüm ben bu yıl biraz, zormuş ; zamandan kazanmak yorgunluk yaratıyormuş öğrendim...

Şimdi iyiki diyorum...

İyiki yaşamışım ben bu yılı...

Keşkelerin herzaman iyikilere dönüşebileceğini biliyorum çünkü..

Bir süre haziran da kutlicam ben yeni yılı...

Yeni yıl herkese hayallerini getirsin...

Nice mutlu yıllar herkese...

Bir Şarap Tadımı Hikayesi...

Şarap kursuna da gittim ben birkaç tadıma katılma fırsatımda oldu ama ''şarap üzerine böylesine keyifli bir sohbet deneyimlemedim'' desem yeri..

Gusto dergisi genel yayın yönetmeni Mehmet Yalçın'ın konuşmacı olarak katıldığı bir şarap tadımına/kursuna(!) katıldım, Mehmet Yalçın aynı zamanda A'dan Z'ye ŞARAP kitabınında yazarı, sohbet ve bilgi aktarımını öyle güzel harmanlıyor ki ben zamanın nasıl geçtiğini anlamadım şahsen... İnanılmaz da sempatik bir adam, dünya tatlısı ve acaip kültürlü de bir eşi var, ailesiyle oturup sohbet etme şansım oldu, eşi de resim ile uğraşıyormuş, en yakın zamanda hem Rouge'u hemde atölyeyi ziyaret etmeyi planlıyorum... Bir de dünya şirini, fazla akıllı bir oğlu var, yok böyle bir çocuk denilenlerden...

Sözlerine şarap yapılabilir 3000 çeşit üzüm olduğunu söyleyerek başladı Mehmet bey... Yıllık yağış miktarına ve mevsimlerin nasıl geçtiğine göre de her bir çeşit farklı tatlara bürünüyormuş. Kısaca merlot her yıl farklı bir tadla karşılayabiliyor şarap severleri, böylece binlerce tad çıkıyor ortaya... Şarapların çeşitli üzümler harmanlanarak elde edildiğini de düşünürsek her şişe de farklı bir tad ile karşılaşmak beklenen bir durum haline geliyor kanımca.

Sonra deneyeceğimiz şarapları ne için tercih ettiğinden bahsetti... Biraz anılarından, biraz şaraba dair genel bilgilerden , biraz ordan biraz burdan derken şarap seven sevmeyen herkesin dikkatle takip edeceği bir çizgide ilerledi şarap tadımı...

Tadına baktığımız şarapları, kendi damak algımla yorumlamaya çalıştım. Mehmet bey'in ekledikleri ve fikirleriyle bende bir harmanlama yaptım. Sinerji oluşturabilirsem ne mutlu bana...

1. Deneme;(Likya Chardonnay Arycanda 2009) Chardonnay üzümlerinden elde edilmiş bir şarap olan Likya ile başladık tadıma. Antalya yöresine ait bir şarap bu. Otsu(çam reçinesi) aromalara sahip füme ve is kokusu hakim. Geriden bal ve pismis elma aromalari geliyor. Bitimi oldukça uzun ve lezzetli. Üzümünün hakkını veriyor gibi geldi bana...

MİŞ/MUŞ Beyaz şarap yıllandırılmıyormuş (Yıllandırılabilir %5'lik bir bölüm hariç,)
Rengine bakılarak tazeliğinin anlaşılabilirmiş(açık tonlarda, açık altın rengi,başar sarısı) Koyu tonlarda , konyak rengi olmamalıymış (okside olması durumunda rengi koyulaşıyormuş).

p.s Kısıtlı filtrasyon şarabın tadını arttırıyormuş, Az filtrasyon makbul olan yani...





2. Deneme; (Turasan Rose 2010) Kapadokya yöresine ait bir şarap. Kalecik karası ve şiraz üzümlerinin harmanlanması ile elde edilmiş bir şarap bu, şişelenme tarihi 2010. Rose şarapların genellikle yavruağazı renkte olmasına karşın bu şarap kırmızı renge yakın. Yuvarlak gövdeli ve berrak olan turasan rose 2010, yoğun meyve aromaları içeriyor.

MİŞ/MUŞ Rose şaraplar canlı pembe olmalıymış(turuncu ise bozuk/yıllanmış). Pembe şaraplarda tıpkı beyaz şaraplar gibi yıllandırılmıyormuş.Hava durumu şarap tercihinde çok etkin bir faktörmüş! Sıcak havalarda kırmızı şarap yerine pembe şarap tercih edilmeliymiş.(soğutulmaya daha uygun) Pembe şarap kırmızı şarap yapıldığında ideal bir sonuç elde edilemeyecek üzümler kullanılarak yapılıyormuş. Baharatlı yiyeceklere eşilik etmesi için ideal bir tercihmiş. Pembe şarap eğer kırmızı renge yakın ise ''Klaret'' adını alıyormuş.

p.s Turasan Rose 2009 Concours Mondial de Bruxelles'den altın madalya kazanmış bir şarap. Turasan Rose 2010 aynı yere talip olan Turasan Rose'nin yeni rekoltesi.

3. Deneme; (Tomurcukbağ Trajan Kalecik Karası Rezerv 2009) Ankara-Kalecik yöresine ait bir şarap bu, %100 kalecik karası üzümlerinden elde ediliyor. Sadece 7000 şişe üretilmiş.Rengi açık kırmızı. Burunda kiraz ve ahududu kokuları çok belirgin hissediliyor. Orta yoğunlukta, dengeli, meyvemsi ancak derinliği olmayan bir şarap. Bitimi biraz kısa bence.

MİŞ/MUŞ:Kırmızı şarapta rengin açıklığı yada koyuluğu belirleyici değilmiş.Beyaz şarabın oksijenden kaçırılması gerekliliğinin aksine kırmızı şarap mutlaka oksijenle temas etmeli böylece açılması sağlanmalıymış.Ilınan kırmızı şarap gevşeyerek sünermiş , sıcak havalarda kırmızı şarap (özellikle bordo şarapları gibi ağır şaraplar) tercih edilmemeliymiş. Beyaz şarapta renk yaşlandıkça koyulaşırken kırmızı şaraplarda genellikle yaşlandıkça renk açılırmış.Beyaz şarabın ideal içim sıcaklığı (6-8 derece) ,kırmızı şarabın ideal içim sıcaklığı (18 derece min. 13 -14) olmalıymış. Kadeh tutuşu çok(!) önemliymiş, kadehin, şarabın vücut sıcaklığından etkilenmeyeceği şekilde tutulması gerekiyormuş.(örneğin konyak da bardaktan tutularak içilmeli...).



4.Deneme:(Château Lamothe Vincent Bordeaux 2008) Fransız bir bordo şarabı. 80% Merlot 20% Cabernet Sauvignon harmanlaması ile elde edilmiş. Bordo/ siyahi bir renge sahip. Burunda ahududu, vişne, böğürtlen , kiraz aromalarının çok net hissedildiği bir şarap. Yoğun ve sert, kadifemsi buruklukta bir tadı, uzun bir bitimi var. Bu tarz şarapların hepsinin gerktirdiği gibi; bu şarapta karafta bekletilmesi gereken bir şarap.


MİŞ/MUŞ: Şarap üretiminde harmanlama tekniği ; sinerji yaratılıyormuş ve tek cins bir üzümle elde edilebilecek olan tadlardan daha başarılı tadlar elde ediliyormuş bu teknikle. Bordo şarapları ( yoğun ve sert kırmızı şaraplar ile) ile delizya hardalı çok yakışıyormuş.







5.Deneme: (Nusretbey)Gökçeada’da üretilen “Nusret Bey Şarapları” organik üzümden elde ediliyor. Cabarnet Sauvignon üzümlerinden üretilen şarap, koyu vişne renginde, burun ve damakta kuru meyve ve hafif baharatlı aramolar bırakıyor. Bitimi kısa.


p.s Gökçeada'da Barba Yorgo şaraplarını faklı bulmuş, ve sevmiştim bence Nusretbey şarabı da mutlaka denenmeli...


6. Deneme:(Kavaklıdere Narince 2000) Kavaklıdere Şarapları'nın monosepaj ürünlerinden biri. Bir sene meşe fıçıda, daha sonra bir sene de şişede bekletiliyor. Narince üzümünden (Tokat'ın meşhur üzümü) yapılıyor. Rengi yeşilimsi çok açık sarı . Narenciye kokulu, yuvarlak, dolgun gövdeli(alk or. %19) bir şarap bu. Bitimi kısa. Meditasyon yada keyif şarabı olarak sınıflandırılabilir.


p.s Şarapta açılıp kapanabilir kapak kullanılmış, Üretici; kapağı açıldığında hemen bitirilmek zorunda değil mesajı ulaştırılıyor bu seçimle...









Tadımın sonunda Mehmet bey bana kendi yazdığı A'dan Z'ye Şarap kitabını,imzalayarak, hediye etti. Kitap, yine onun yazdığı A'dan Z'ye Viski 'nin yanında yerini aldı bile...


Tekrar teşekkür ederim kendisine...

Bu bir delilik hali...

Bu blog olayı şizofrenik bir durum sanırsam, ilk gün sabah 5 e kadar yazdım. Yok artık demeyin vallaha yazdım, sanki yazdıklarım öyle şeyler ki milyonlar ilgiyle okuyacak, yarın ne yazacağımı merak edecek, bulunmaz bir yetenek olduğum fark edilecek, ulusa sesleniş tadında yazıyorum...

Tek izleyenim yokmuş onu da az önce fark ettim, ben şu yayınla tuşuna basınca dünyam değişecek sanıyordum halbuki...İlk takip eden siz olun yazısıyla göz göze geldiğim anda bir burukluk hissetmedim değil...

Çocukluktan beri hep hayal kurmayı severim ben zaten... Bir tarafım gercekçilikten öyle uzak yani! Sürreal bir dünyada yaşıyorum...

Biri gelse sorsa niye okumalıyım senin bloğunu diye , düşündüm de vericek cavabımda yok, ben okumam şahsen onu da az önce fark ettim, vurgun vurgun üstüne...

Bu bir delilik hali, kendin pişir, kendin ye kıvamında yaz babam yaz... Sabahtan akşama akşamdan sabaha zaten yazıyordum tek farkı bir de yayımlıyorum şimdi.

Geçenlerde bir öykü de yazmaya başladım 20 sayfa yazdım , şu son günlerde bir satır ekleyemiyorum, kurudum kaldım mı ne oldu onu da anlamadım... Kelimem bitti sanki..

Herkes okusun , herşeyi bilsin istiyorum bu delilik hali kayışı koparmak diye özetlenirdi eskiden, bende hep kopuktu o kayış (yada bana öyle derlerdi), bu kez ne isim vericem bulamadım şahsen...

Uyuyup uyansam da birşeyler yazsam dediğimi itiraf ediyorum, şu durumda tımarhane yolları taştan galiba...

''Gerçek efsaneler'' çekimine dair...






Çekimde proje ve moda editörü olarak Z.Berhan Yılmaz ve fotoğraf sanatçısı Bennu Gerede’nin imzası bulunuyor. ‘’Gercek Efsaneler’’ kadına yönelik şiddeti ‘’Türkiye’de ve dünyada pek çok kadının başına gelen dayak, gasp ve tecavüz olayları sonrasında alınamayan sonuçlar –neticesizlik- dolayısıyla ömür boyu

psikolojik olarak zedelenen kadınları’’,çarpık kentleşme ile bir arada ele alıyor..


Çarpıcı bir o kadar da trajedik bu konuyu moda diliyle vurgulayan çekim elbiseler trendi ile mağdur kadınları buluşturuyor…

Karelerdeki ironi öyle yüksek dozda ki; bakan kişi de rahatsızlık duygusuyla birlikte hayranlık uyandırıyor. Çekim sıradanlıktan uzak, her seferinde bir sonraki karede ne ile karşılaşacağını merak ediyor insan. Modellerin yüzlerine yerleşen ifadeler , mekan seçimleri, kullanılan aksesuar ve kıyafetler, renkler … hikayeyi çok iyi anlatıyor ve biribirini tamamlıyor, öyle ki; aynı konsept için alternatif bir çekim düşünemiyor insan.Ne başka bir mekana koyabiliyor bu hikayeyi, ne de başka modelleri bu hikayeye dahil edebiliyor.


Tesadüfen anın yakalanması sonucu mu yoksa planlanarak mı fotoğrafa dahil olduklarını bilmediğim mekan sakinlerinin karelere dahil oluşları da çekimin en ilginç taraflarından biri. Her kare ilk anda farkedilmeyen ama detaylı incelendiğinde göze çarpan pek çok ayrıntı barındırıyor , bu da fotoğrafların herbirini tekrar tekrar incelemeye ve yeni ayrıntılar aramaya itiyor kimseyi.




Farklı Bir Yerden yakalamak...


Günümüzde kadına şiddet o kadar normalleştirildi ki olaylara seyirci kalmayı garipsemez olduk. Hem döver hem sever sözü birçok kadında nefret duygusu ve belirgin bir , iğrenme hissi yaratıyor. Evet! Peki ya sonra? Aslında o kadar...

Hepimiz 3. sayfa haberlerine şöyle bir göz atıp, ''kadın kocası tarafından vahşice katledildi'' ''reddetmek canına mal oldu'' ''vücudunun çeşitli yerlerine bıçak darbeleri alan genç kız kurtarılamadı'' '' asansöre kadar takip edip ,vahşice öldürdü'' ''tecavüze uğradı'' '' gasp edildi'' ''taciz edildi'' haberlerini hergün okuyoruz, günlük işlerimiz arasında, burç bölümü yada spor sayfası okumaktan ne farkı kaldı?


Bilinç altımız'ın günlük karşılaştığı başlıklar listesi olsa zirveye oynamaz mı bu başlıklar?


Ee..?

Ee'si yok aslında?

Pardon var!! Verilen ağır cezaları kutluyoruz, protestolarımızın sonuç vermesini kutluyoruz.


Sonra küçük bir kız annesini (boşanmak istemesi nedeniyle), öldüren babasının ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılmasını zafer işareti ile kutluyor biz gazete haberi yapıyoruz... (Yapanları okuyoruz da olabilir..) (ceza annesini geri getirmiş babasını düzeltmiş, ufak kız kimsesiz kalmamış gibi bizde kutluyoruz).


Bir protesto ediyoruz, bir kutluyoruz... (gerçek ama bu resmen zafer algısı oluştu bizde cezlar sonrasında, bir yaz önce bir kızın öldürüldüğü cinayette de zanlı aylar sonra bulununca kol kola girip bir halay çekilmediği kalmadı mı?? Ben mi yanlış hatırlıyorum?)


Ben bu gün bir gazete haberi okudum; genç bir kız ona aşık olan adamı reddetti diye öldürülmüş yine. Adam pişmanım ama beni defalarca reddetti demiş; onu da protesto edelim bir müebbette ona versinler onu kutlayalım... Yarın, sonraki gün ve daha sonraki gün de...

Başka bir yol denemek için kaç kere daha 3. sayfa 'yı çevirmemiz gerekir ki??


Belki de çözüm mahkeme önünde protestolarla gelmez?? Belki başka bir yönelim gereklidir.


Belki evde kendi oğlunu büyütmekle başlar herşey...


Sahi nasıl büyütüyorsuz oğlunuzu?


Bilmiyorum... Çözümü bilsem yazardım...


Tek bir çözümü olduğunu da sanmıyorum zaten, ama belki yanlış yapmamakla başlarız diye düşündüm ben...







P.s Moda hep üzerine az düşünülen birşey gibi bir kenara itilir(elbette bu şekilde bir algıya sahip olmayan bir kitle bulunmakta), onunla uğraşanlar biraz boş(!) (ki bu cümlede boş sözcüğü sadece öylesine! bulunuyor) olarak nitelendirilir. Hep daha dünyevi(!) işlerdir meşguliyetleri...

Birileri bir değişiklik yapmak istemiş olmalı...

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Araştırmam... Mekan algısı düşünceleri yönlendirme de nekadar (da) etkiliymiş?(!)

Fotoğraf karelerine bakan kimselerin ; bu kareleri nasıl algıladığını ve mekan seçiminin bu algıyı yönlendirmede ne derece etkili olduğunu tespit edebilmek için öncelikle mekanın iyi kullanıldığı ve konsepte anlam kattığı bir çekim bulmalıydım. Moda çekimlerini ve belirli bir konsept dahilinde yapılmış çekimleri inceledim, ve bir tanesinde neredeyse konseptine aşık olarak karar kıldım ‘’Gerçek Efsaneler’’ .

Çekimde proje ve moda editörü olarak Z.Berhan Yılmaz'ın ve fotoğraf sanatçısı Bennu Gerede’nin imzası bulunuyor.


İlk adım olarak; ikisine de birer mail gönderdim. Çekimin ana fikriyle ilgili ve mekan seçimi konusunda neden böyle bir mekan seçmeyi tercih ettiklerine dair, yorum yapmalarını istedim. Aynı zamanda çekime ait elimde 6 kare vardı ve mümkünse bana birkaç kare yollayıp yollayamayacaklarını sordum .

Mail göndermeden önce cevap alıp alamayacağıma bile emin değilken, gerçekten çok nazik iki insan ile karşılaştım.

Özetle;

Fotoğraf sanatçısı Bennu Gerede; kadına şiddeti ve çarpık kentleşmeyi ele alan bu çekim''gerçek efsaneler'' için doku ve renk açısından uygun bulunan mekanın aynı zamanda gece kondu olmasi dolayısıyla modern gorunen sik kadin imajı ile bir carpisma ve ironizm yaratacağını düşünerek seçim yapıldığını söyledi.

Çekimin kosept tasarımcısı Z. Berhan Yılmaz ise; büyük şehirlerde, çarpık yapılaşmanın olduğu noktalarda, daha fazla cereyan eden kadın dramlarına dikkat çekmek amacıyla; uygun mekan olarak; gecekondu ve nispeten modern cephelere sahip yapıların bütünleşemediği , aynı zamanda farklı dünyalarının çarpık bütünlüğünü gösterebilen; çekimdeki yeri seçtiklerini söyledi.

Bunun üzerine 2. adımda çekimin felsefesini iyi yansıttığına inandığım ancak daha çok mekanın ön planda olduğu 2 kareyi çevremdeki insanlara konsepte dair hiçbir bilgi paylaşmaksızın gösterdim. Ve bu çekimin ne için yapılmış olabilceğine, ana temasının ne olduğuna dair fikir yürütmelerini ve neden bu şekilde düşünüklerini bana yazmalarını istedim. Sadece ana tema üzerine düşünmeye başlarken çekimin yapıldığı mekana dikkat etmelerini istedim.

Elime ulaşan 60 yorumun tamamına yakınında, çarpık kentleşme üzerinden yola çıkarak ana temaya ulaşmak için mekandaki gerilim irdelenmiş. Bunun dışında modeller ve mekanın tezat oluşturması da üzerine neredeyse her yorumda değinilmiş olan bir diğer unsur. Modellerin gerçek hayatta orada, o kıyafetler ile bulunmaları sonucunda oluşabilcek durum üzerinden gitmeyi tercih edenlerde var. Modellerin yüzlerinde makyaj ve bulundukları durum dolayısıyla mutsuz kadınlar üzerine bir ana tema belirlemeye çalışılmış pek çok yorumda.

Hiç bir şey bilmeksizin ana temayı tam olarak tahmin eden elbette çok az yorum vardı, ancak neredeyse hepsi ana temaya öyle yada böyle yaklaşmıştı.

Sadece iki kare üzerinden , yapılan yorumlar dikkate alındığında; ‘‘Fotoğraf Karesi’’ üzerinden konsepte dair düşünce ‘’tahminler’’ üretmeye; çekim yapılan mekan’ın tercih nedenini sorgulayarak başlamak , doğru bir başlangıç gibi görünüyor.

Kişilerin düşünme süreci sonunda ulaştığı noktalar farklı bile olsa, düşünmeye başlama noktaları aynı gibi. Buradan hareketle fotoğraflardaki mekan seçiminin kişilerde benzer algılara yol açtığını söyleyebiliriz.

O halde doğru yapılmış bir mekan seçimi ile kişi hedeflenen başlangıç noktasına yakın bir noktadan ya da hedeflenen noktadan düşündürülmeye başlanabilir.

Sonrasında…

Kullanılan kıyafetler, modellerin duruşu, yüzlerindeki ifade, kullanılan aksesuarlar, mekânın içinde bulundurduğu değişkenler… Yorumlayış farklarına neden oluyor.

Böylece…

Başlangıçta mekan algısnın etkisiyle; benzer olan görüşler; mekan harici etkenler ve bu etkenlerin yarattığı algılar devreye girdikçe farklılaşıyor.

‘’Diğer’’ etkenlerin yarattığı ‘’algı’’ da benzerlikler yaratmak, mekan seçimi ile ortak bir algı yaratmaktan daha zor gibi görünüyor.

Bu da mekan seçiminin konsept çekimlerinde yada moda seçimlerin da fark etmeksizin hedeflenen düşüncenin oluşturulmasında çok etken olduğunu gösteriyor.

BENCE…



Aşağıda bu çekime ait birkaç kare ekliyorum, belki araştırmama katılmak istersiniz... Süregelen bu süreçte birşeyler ekledim araştırmama, belki sizin yorumlarınız da başka bir taraftan konuyu irdelememi sağlar... İleride (yapabillir isem) yüksek lisans tezimi oluşturur belki de...





 

Concept styling'de mekan seçimi yaratılmak istenen algıda ne kadar etkilidir ya da etkili midir sizce? Ben merak ettim araştırdım...

Moda çekimlerinde ; markanın sezon koleksiyonuna dair bir çekim yapılıyorsa asıl amaç parçaların ön plana çıkarılacağı bir çekimdir. Asıl olan parçalardır. Öncelikle seçilen parçaları tamamlayacak bir hikaye belirlenir. Hikaye parçalar diliyle anlatılırken karakter ve mekan hikayeyi ortaya çıkaracak diğer iki temel unsurdur.



Modelin tipi, saçı, makyajı ve duruşu bu hikayeye uygun olarak belirlenir mekan da yine hikayeye uygun olarak tasarlanır yada hazır bir mekan ise bu doğrultuda seçilir. Parçaların direk göze çarpacak şekilde planlanması; mekanın ve modelin geri planda kalması yada parçanın mekan ve modelle birleşerek bir bütün içinde algılanması konsept tasarımcısı, styling'cinin o koleksiyon içi hayal ettiği hikayeye bağlıdır.



Konsept çekimlerinde ise önemli olan temayı vurgulamaktır. Bu kez hikayeye uygun parçalar, model ve mekan seçilir ve asıl olan hikayedir.



Her iki durumda da de mekan içinde mekan tasarlanabilir yada mevcut bir mekan hikayeye uygun tarafları vurgulanarak kullanılabilir.



Mekan algısı hikayedeki en temel unsurlardan biridir, Fotoğrafın bir bölümünde bulunan model ve parçalar’a nazaran bütününü içine alan mekan , insanın algısında hikayenin fonu gibidir. Fotoğrafa bakan bir insan ilk olarak mekanın içinde modelin ve parçanın bulunduğu kısmı arar ve odaklanır. Kafasında yazdığı hikayede de önce hikayenin geçtiği yere uygun bir başlangıç yapar daha sonrada karaktere ve parçalara yönelir. Bu durumda başlangıç çok önemlidir , doğru bir seçim; kişiyi doğru bir başlangıca yönlendirir ve bundan sonra kurgulanacak hikayenin aktarılmak istenene yakın olmasını garantiler.



Ya da garantiler mi acaba?



Bu sorunun yanıtını bulmak üzere bir araştırma yaptım...



p.s Araştırmamı başka bir başlık ''Araştırmam üzerine...'' altında yayımlamayı planlıyorum=)

Akım ve tasarım üzerine...

Her akımda farklı duruşlar , değişik bakış açıları mevcuttur. Dahil olanlar için ortak bir payda da özgünlüğü tutturmaktır asıl olan …



Her yeni görüş bir artıdır… Sağlamlaştırır, güçlendirir akımı…



Tüm bu farklılıların ortak bir cümlesi olur; o cümle de akımın sözüdür… Modernizmde de böyledir bu.. Sürrealizmde de.. Empresyonizmde de…



Modayı ele alacak olur isek aynı akımdan etkilenmiş, her tasarımın ortak bir dili vardır… Buluştuğu kavuştuğu bir nokta… Ancak özgündür tasarım kelimesini hak eden; ince çizgide yürümek gibidir bir akımı taklit etmek yerine ona bir artı olarak eklenmek…



Tasarım; Düşüncedir, algılayıştır, yorumdur,dışavurumdur...



Birşeye bakmak değil o şeyi görmek, gördüğünü anlatmak için kelime tasarlamaktır…



Bazen protestodur,kınamadır , bazen kutlamadır…



Propagandadır gerektiğinde…



Kendini ifade edebildiğin tepkilerini ortaya koyabileceğin herşeydir.



Tasarımcısı için kimliktir…



Yalnızca cümleye dönüşmeli, dönüştürülmelidir…



Çokca kelimesi ve sözü varken dilsiz kalmış bir karekterin betimlemesi gibidir.



Stylingle buluştuğu noktada, koordine edilir kelimeler ‘’parçalar’’ ve sese ‘’görüntüye’’ dönüşür...



Parçalar ile iletişim kurmak; her birini, yaratılmasına neden olan, cümle içinde kullanmak stylingci’nin marifetidir.



Doğru seçimler,iyi kombinasyonlar sağlar. İstenilen yere vurgu yapmayı sağlayacak; kararlı, tutarlı ve etkileyici kareler verir.



Ses çağlamaya başlar…

Çok zaman oldu... Bu günü beklemişim...

Her gece yatarken bir sonraki gün yapmayı planladıklarım listesinde yer alan bloğuma kavuştum sonunda, yıllarca erteledim. Buna sorumsuzluk mu denir plansızlık mı? Belki ikisi de... Ama nedenini bilmediğim ,dokunamadığım belki yalnızca içten içe farkında olduğum; bekleme gereksinimim son bulmuştu bir kaç haftadır...

Benden yaşça büyük bir arkadaşım birşeyi ya adam gibi yap ya da yapma demişti. Bende bu sözü öyle içselleştirdim ki bu günü bekledim belki de... Neden bugün bilmiyorum, hazır mıyım bilmiyorum ama başlamak için sabırsızlandığım bu bloğa sonunda ilk adımı atıyorum... Neyin heyecanı bu, açıklamak zor. Herkes de benim bir blog açıp yorumlarımı ,hayatı, bakış açımı, evrilme süreçlerimi; paylaşmamı bekliyordu sanki, öyle olmadığını biliyorum. Bu heyecan çok istediğim birşeye sonunda cesaret edip başlamanın heyecanı sanırım.

Biriktim...

Biriktirdim...

Yeterince büyümedim belki ama hiç kendimi bu kadar hazır hissetmemiştim bu tuşlara basmak için. Bırakmamak üzere başlamayı istedim hep, tutkumun gelip geçmesinden korktum belki...

Hayatta bir çok şey öyle oldu benim için; tutkuyla bağlandığım pek çok şeyden vazgeçtim. Zaman içinde tasarımın da öyle olmasından korktum belki, üzerine yazmaya başlamadan önce bu kez tutkumun kalıcılığından emin olmak istedim...

Emin miyim?? Hayır...

Ancak birşeyler için çabalamayı öğrendiğime hiç bukadar inandığım bir dönem olmamıştı, yada kaybetmekten böylesine korkmadığım. O yüzden tutkumu kaybetmemek için gerekli çabayı göstereceğime inanıyorum dahası kaybettiğimde tekrar geri almak için çabalamaktan gocunmayacağımı da biliyorum. Yapamazsam bile denemiş olurum en azından keşke demek yerine denedim derim... Denedim demenin nekadar muhteşem olduğunu anladığım 20. yaşımda yapamadım diyip çekilmenin verdiği acının , denemedim diyip yarım kalmış olmaktan daha tercih edilebilir olduğunu öğrendim.

Tasarlıyorum ve yazıyorum öyleyse...

Hoşbulduk...