25 Aralık 2012 Salı

Belki...

Bu kez kalemi yazmak için değil...

Çizmek için kullandım..

Kelimeleri kaybediyorum son günlerde...

Belki..

p.s (Link çalışmaz ise..)
http://www.youtube.com/watch?v=9L71Mz0Kw4g&feature=youtu.be

23 Aralık 2012 Pazar

Ben; isterse... (m)

En en en baştan..

Tekrardan..

Sıfırdan ..

Her zaman her şeye başlanabilir..

Herşey düzeltilebilir.

Hala nefes alıyorsak şayet, her şey olabilir...

Yapılabilir...

Nerde ne şekilde ve kiminle olduğumuz farketmez.

Sadece; ışığa, izin vermek..

Sonrası çok parlak..

Çok çok parlak..

Herşeyden daha parlak..


Daha az noktalı virgül ve virgül, gerektiğinde nokta, Bölme ve yeniden başlama. Kısa ama öz.

Net.


D.B





20 Kasım 2012 Salı

Sen bilme, Öğrenme...

Telaşlı bir bekleyiş bu...

Korku dolu...

Belirsizlik...


Belirsizliği evinizde; ait olduğunuz yerde yaşadınız mı hiç?

Yarın ne olacağını bilmeden , kendiniz olduğunuz , en korunaklı , en özel o yerde?

Yarın burada olmazsam değil de; ol(a)mazsam düşüncesi daha çok acıtmaz mı?


Hep, ''hazırcevap'' olduğumu duydum bu güne kadar...
''Herşeye verilecek bir cevabın var'' der babam...

Bu kez sorular vardı evet!
Ancak hiç cevabım yoktu,
Kelimeler tekrarlayan bir döngüde takılmış gibi, cümlelere evrilemedi...

Cevaplar ; orada yaşayanlardan, geldi..
Ne sordum, nasıl sordum hatırlamıyorum bile..

Cevaplar mı?

Beni acıttı,
Yanlış anlaşılmasın; kişiye olan bir acıma duygusu değildi bu , ''acıma'' hissiydi daha çok..
Hani eliniz kesilir ve canınız acır ya öyle işte...

Acıdım çünkü; aklıma hiç bir şey gelmedi..
Yapılabilecek..
Söylenebilecek..
Hiç bir şey...

Deniz yıldızını , denize fırlatan adam ; ''bak onun için çok şey değişti'' demişti; yazara..
Binlercesi vardı, ama onun için çok şey değişmişti gerçekten de..
(Hikaye için yazının en sonuna bknz.)

Ben ise öyle küçük, öyle güçsüzüm ki,
Tek bir deniz yıldızı bile alamadım ve kaldırıp atamadım..

Küçük çocukların peşinde fotoğraf makinemle koşuştururken..
Bak onun için çok şey değişti dememe, imkan yoktu..

Kim bilir, belki bir gün olurdu..

Belki...

Ama şimdi yalnızca o deniz yıldızlarına bakıyorum, ve neresinden tutacağımı bilemeyerek orada kıyıda kalmalarına sessiz kalan milyonlardan biri oluveriyorum..

Bakmam , görmem, neyi değiştirdi?

İşte bu acıttı..


Bir proje için Ayvansaray'a, Balat'a gittim..

Mimarları sevmediklerinden olsa gerek , pek konuşkan değillerdi başlarda..
Ben ise günlerce tekrar tekrar gittim.

Kıyıda dolaşıp fotoğraf  çekmem ve sketch yapmam gerekiyordu; sonra orası hakkında bir hikaye oluşturmam; belli bir bölgesini yada belki birkaç bina grubunu seçmem , bir video hazırlamam..

Biraz hayal etmem, öyküleştirmem..

Zamanın buraya neler getirdiğini ve neler götürdüğüne dair belgeler toplamam..

Orayı anlamam gerekiyordu..


Ben ise yakın geleceğe; yakında oraya neler olacağına takılıp kaldım..

Belki ben, bir deniz yıldızını kaldırıp atacak kadar , güçlü değilim, olabilir.. 

Ama,  deniz yıldızlarını size gösterebilirim..

(Buradan lütfen..)


D.B



Deniz Yıldızı  ve Adam

Bir zamanlar yazılarını yazmak üzere okyanus sahiline giden bir yazar varmış. Çalışmaya başlamadan önce sahilde bir yürüyüş yaparmış. Bir gün sahilde yürürken plaja doğru baktığında dans eder gibi hareketler yapan bir insan görüntüsü görmüş. Başlayan güne dans eden biri olabileceğini düşünerek gülümsemiş ve ona yetişebilmek için adımlarını hızlandırmış. Yaklaştıkça bunun bir genç adam olduğunu ve dans etmediğini görmüş. Bir kaç adım koşuyor, yerden bir şey alıyor ve yumuşak bir hareketle okyanusa fırlatıyormuş. Biraz daha yaklaşınca seslenmiş:

"Günaydın. Ne yapıyorsun böyle ?"

Genç adam durmuş, başını kaldırmış ve cevap vermiş :

"Okyanusa deniz yıldızı atıyorum."

"Sanırım şöyle sormalıydım demiş Bilge adam... Neden okyanusa deniz yıldızı atıyorsun ?"

"Güneş çoktan yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları suya atmazsam ölecekler."

"Ama delikanlı görmüyor musun ki kilometrelerce sahil var ve baştan aşağı deniz yıldızıyla dolu. Hiçbir şey fark etmez !"

Genç adam kibarca dinlemiş, eğilerek yerden bir deniz yıldızı daha almış ve dalgalanan denize doğru fırlatmış.

"Bunun için farketti."

Bu cevap bilgeyi şaşırtmış ne söyleyeceğini bilememiş. Geriye dönmüş, yazısının başına geçmek üzere kulübesine gitmiş. Gün boyunca birşeyler yazmaya çalışırken genç adamın görüntüsü gözünün önünden gitmemiş. Aklından çıkarmaya çalışmış, bir türlü olmamış. Nihayet akşama doğru farketmiş ki, bu gencin davranışının özünü kavrayamamış. Çünkü bu gencin asıl yaptığının; evrende bir gözlemci olmayı ve olup biteni gözlemeyi değil, evrende bir oyuncu olmayı ve fark yaratmayı seçmek olduğunu anlamış ve utanmış. O gece sıkıntı içinde yatmış. Sabah olduğunda bir şey yapması gerektiğini bilerek uyanmış. Yataktan kalkmış, giyinmiş, sahile inmiş ve o genci bulmuş. Ve bütün sabahı onunla okyanusa deniz yıldızı atarak geçirmiş.





Video'yu izleyenlere...

''Pek çok iyi müzisyen buradan çıktı, tarihi bir yer burası,burası çok değerli bir yer...''

''Evlerimizi elimizden almaya kalkıyorlar''

''Yıkım gelecek diyorlar, herkes telaşlı, kimse nereye gideceğini bilmiyor, esnaf ne yapacak burada? Artık yeni kimseler olucak, yaşatırlar mı bizi burada?''

''Apartmanda yaşayamayız ki biz, alışığız, komşuluk var biz de , sokak var... , Apartmanda kimse kimseyi tanımıyor, öyle alışmadık ki biz...''

''Ne olucak bilmiyoruz; gittiğimizde kendi evimizin projesini dahi göremiyoruz ki''

''Sulukulede nasıl yaptılar? Herkesi Taşoluğa gönderdiler ; buraya da aynı şeyi yapmayı planlıyorlar, güzelleştirecekler ve bizi gönderecekler''

''Burada oturmak istiyorum; ben doğma büyüme Fatihliyim. Tuzlada , Taşolukta ya da Kayabaşında değil burada oturmak istiyorum. ''












13 Ekim 2012 Cumartesi

Bir ret, Bir davet , Bir beyaz sihir..


Bir ret, Bir davet , Semavi bir afet , Bir beyaz sihir..


Fark ettim..

Hazmettim..

Direndim..


Büyüdüm..





Merhaba, ben geldim..

Geldin demek..
Aylardır uğramıyordun ve sonunda geldin ..
Artık gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım,
3 ay oldu... 3 kocaman ay...
Geç kaldın...
Giderken hemen geleceğini söylemiştin; sonrasında kaç kez çağırdım seni,
Hiç olmazsa bugün gel dedim...
Öyle bir an geldi ki yalvardım sana...
Gelmedin..

Geldim...
Ve yine yatağında kıpırtısız , nefes almadan yatarken buldum seni..
Yere sabitlenmiş yatağında; yatağına sabitlenmiş bir sen daha gördüm.
Artık uyanman gerek...
Sonbahar geldi biliyor musun?

Sonbahar'ı sevmiyorum ben..
Bilmiyorsun sanki...

Neden?

Ne farkeder sevmiyorum..
Artık gidebilir misin?

Biraz konuşmaya ihtiyacın olduğunu düşünüyorum..
Yardımıma ihtiyacın var ; gidemem.

Çok daha fazla ihtiyacım olduğu zamanlar oldu..

Hayır en çok şimdi ihtiyacın var...
O zamanlar ihtiyacın yoktu...
Çünkü; çözüm yoktu...

Çözümsüzken sana ihtiyacım vardı..
Çözüm bulmuşken olmasanda olur...

Bana böyle davranmaman gerektiğini söylememe gerek var mı?
Ve doğrusu; asıl şimdi çözümsüzsün gibi geliyor bana..
Gittiğin yol hakkında kararsızlıkların var..
Üstelik korkuyorsun da..

Korkmam için bir sebep var mı?

...

...

Bunu düşünmesi gereken sensin..
Ben, senin düşünmene yardım edecek olanım..

Korkmam gerektiğini düşünmesen gelmezdin..
Öyle ya ; iyilestirmiyorsun sen beni,
Yalnızca koruyorsun.


.....
.....




Bu önemli birşey ufaklık..

Evet bak bu doğru; senin yanında çok ufak hissediyorum kendimi..
Her neyse; düşünmek istemiyorum.
Hem bu ara aklıma neler geliyor görmüyor musun?
Ayaklarımı durdurabiliyorum ; beynimi nasıl durdurucam?
Yok onun bir yolu.
Belki haklısın korkmalıyım; ama korkulucak birşeyin olmaması daha korkunç.

O halde yalnızca dikkatli olman gerektiğini söyleyeceğim..
Yada daha doğrusu, her seferinde iki kere düşünmeni.
Belki de üç demeliyim..

Olur..
Denerim...

Deneme ufaklık..
Düşün..
Acele etme..

Ve sus diyeceksin son olarak..
Sonrada gideceksin öyle mi?

Hayır önce o yataktan çıkmanı isteyeceğim.
Sonra yüzünü yıkarken aynada seni izleyeceğim.

Sonrada gideceksin.

Sonrada herzaman olduğu gibi yalnızca göremeyeceğin bir yerden seni izliyor olacağım.

Ve çağırdığımda değil yine yalnızca istediğin de gelceksin.

Ve çağırdığında değil gerçekten çözüm sunabileceğimde; ihtiyacın olduğunda geleceğim.

Sahiden hep beni izliyor musun?

Hadi ufaklık kalk artık.

Ama cevap vermedin.

Çünkü cevap versem ve evet desem de görmeden ve emin olmadan yalnızca bir sözcükten ibaret olacak cevabım.
Ve yine gelmediğimde; sen aynı şeyi düşünüyor olacaksın; tümüyle gittiğimi..

Öyleyse sen de...

Öyleyse ben de buna bir cevap vermemeliyim..
Ve sen daha sabırlı olana kadar..

Ve ben daha sabırlı olana kadar beklemeliyim.
Sonra belki hep kalırsın...
Ama hep..
Hiç gitmeden..
Her gözümü açtığımda görebileceğim kadar yakınımda...
Biliyor musun hep derin derin nefes alırım o zaman...
Yatağıma sabitlenmiş gibi yatmam..
Tavana boş boş bakmam..
Daha ne kadar beklemem gerek peki?
Söylesene...

...

...

...

...




Yine gel

Kızmadım bu defa gidişine

Ama gel..

Yine..


D.B




















13 Ağustos 2012 Pazartesi

Duramazsın..

Koşarken dizlerim kanamaya başladı,
Ki düşmemiştim ben henüz.

Düşmemiştim, değil mi?

Ve gördüm pek çok şeyi...
Durduramadım , söyleyemedim ve konuşamadım.

Cümlelerimin arkasına sözcükler gizlemeyi unutturmuşlardı bana.
Bulanık değildi benim kıyılarım.

Ne oldu?

Nasıl oldu?

Ne zaman oldu?

Yine cümlelerimin ardına gizliyorum sözcüklerimi ve yutkunuyorum harfleri.

Sırf bir kaç damla kan aktı diye mi?

Bu yüzden mi?

Korkmadan kurduğum onca cümleyi , bir kaç sıyrık için mi terkettim yani?

Sırf bir kaç damla kan var diye ellerimde,
Bu yüzden korkuyorum koşmaktan , öyle mi?

Dur dedim kendime,
Burda dur!

Böyle olmaz..

Koşmayı öğrenene kadar kaç kez düştün sen..
Kaç kez kanadı ellerin, bacakların..
Kaç kez kırıldın..
Kaç kez acıdı canın..

Şimdi; koşmayı öğrendin...
Ve bir kez düştün diye boşvereceksin..
Savuracaksın bütün emeğini, öyle mi?

Olmaz dedim.

Şimdi düştün diye,
Sırf bir kaç damla kan var diye ellerinde, bırakamazsın.

Tekrar koşacaksın.

Gerekirse düşeceksin de.

Ancak, sen;

Bir kez öğrendin artık koşmayı.

Duramazsın.

D.B



6 Ağustos 2012 Pazartesi

Boşa atılmış pek çok kulaçtan sonra bir kere daha boğazı geçmeyi denedim, olmadı..

Umrunda olmak ,olmamak, umrunda olduğunu sanmak..

Ne kadar manasız..

Bir insanın etki sınırının dahilinde olmak önemliyken , bir kimsenin sizin etki sınırınıza dahil olup olmama durumu o kadar önemsiz ki aslında..

Önemsiz!!

Bencilce mi?

Hiç sanmam...

Önemsediğiniz bir kimsenin, önemsenmediğine olan sonsuz inancı karşısında çaresiz kaldınız mı hiç?

Bununla başa çıkmayı denediniz mi?

Ben denedim.

Bir insanın etki sınırımın içinde oluşunu önemsemekle kalmadım üstelik;
Onun etki sınırı dahilinde bulundum.
Bunu anlatmaya , buna ikna etmeye çalıştım.

Önemsendiğini reddeden kırılmış bir zihni tamire çalıştım.

Denedim ve başardım sandım...

Anlattım inandırdım...

Öyle sandım..

Olmadı..

Şimdi ise;

Doğrudur; bence her kim etki sınırımdaysa bu umrumda olmamalıdır.

Umrumda olmaması bencillik değildir. 

Bir koruma kalkanıdır.

Aksinden kaçıştır.

Yorulmadan  önce duraksamaktır.

İnanmayı reddeden bir zihne saygı duymaktır.

Boşa bir kulaç daha atmamaktır.

Hala; bencillikse ,

Öyle olsun...

D.B


3 Temmuz 2012 Salı

Bu gece..



''Sıkışmış bedenler aklın hürriyetini bilir , değerini de...''

Düşünmem için yalnız bırakacaktı şimdi beni. Gitmemesi için yalvarır gibi baktım suratına.

Söylemek istediğim, sormak istediğim öyle çok şey vardı ki...



Beni öylesine büyülüyorsun ki!

Diye fısıldadım..




Sakince güldü..


Çok hayat gördün, pek çok..
Bu yüzden mi diye sordum.

Pek çok hayat yaşamıştı.

Kim pek çok hayat yaşayabilir ki?


Her bir anın farklı bir hayat ve tüm parçacıkların sen olduğunu farkettiğinde dedi;
Sen de büyüleyici olacaksın.

Küçük serçe parmağını tutmayı ve sessizce onu dinlemeyi öylesine çok seviyorken yanıma bu kadar seyrek geldiği için ona kızgındım.

Kim bilir belki de yalnızca kırgın.  .



Tüm cevapları bilmesine şaşırıyordum.

Beni kendi içime bakmaya ittiği zamanlar,

Kayboluyordum içimde;
Hep yanımda olduğunu düşündüğümden olsa gerek , özgürce zamanı yitirip geziniyordum orda, burda.

Döndüğümde , gitmiş oluyordu.


Heyecan içinde anlatabileceğim pek çok şeyi yutkunmak ve susmak zorunda kalıyordum.




Yere sabitlenmiş yatağımda, yatağıma sabitlenmiş gibi tavanı izlerken yineledim cümlemi;


Beni öylesine büyülüyorsun ki!


Sanki hiç cevap vermemiş gibi ekledim.


Ben de büyüleyici olmak isterdim..


Senin gibi olabilmeyi çok isterdim..




Tekrar gülümsedi.. 
Yüzü olmayan biri gülümseyebilir mi?


Gülümsedi ama..


Dişleri, gözleri parlıyordu...


Yavaşça yaklaştı..

Her hücremi. düşüncelerimi, geleceğimi..

Beni biliyordu.


Saçlarıma uzandı. Elleri vardı, ama yok gibiydi..


Uyu artık dedi..


Çok soruna karşılık, verilecek pek az cevabım var.
Seninse cevaplarımı anlayabilmek için daha uzun bir yolun..


Yere sabitlenmiş yatağımda, yatağıma sabitlenmiş gibi, öylece ; hiçbir şey dememi beklemeden..

Aklımda pek çok soruyla, uykuya dalmak üzere beni yine bırakıp gitmişti.

Kızdım...


Neye kızdığımı düşünüp güldüm.

Daha çok güldüm..


En kısa sürede tekrar gel dedim sessizce..

Yanımda olmasa da , beni duyduğunu düşündüm.



Sonra düşündüm.


Uyudum.

D.B








17 Nisan 2012 Salı

2 soru, 2 cevap



Sen bana bu soruları sorduğunda;
Farkettim..

Şimdi bile kaçıyor olduğumu...

Yazılarımı okudum, kelimeleri evirip çevirip aynı noktaya getirdiğimi ama nokta koyamadığımı farkettim.

Hep üç nokta koymuşum sonlara...

Kaçmışım..

Söyleyemiyorum demişim..

Anlasın, demişim.

Kendi kendimden yardım istemişim, susarak.

Kabul etme yine ama kaçtığının kanıtı bu üç noktalar demişim..



Hiç yazmaya, olup biteni kendi gözlerimin önüne sermeye cesaret edemediğim olmuş muydu?

Pek çok kez!
Bazen öyle korkuyorum ki bu tuşlara basmaktan.
Köşe bucak kaçıyorum.
Günlerce açmıyorum bloğumu.
Kağıt kalem almıyorum yanıma derse giderken...
Günlerce çizmiyorum bile..

Dayanamadığım zamanlarda oluyor elbette,öyle zamanlar söz veriyorum kendime..
Yazdıklarımı, okumamak üzere yazıyorum.

Yazmak..
Bilmek ve kabul etmek aslında,
Kendine unutma şansı vermemek.
Reddetmekten, unutmaktan vazgeçmek.

Kendi kendine konuşmak.

Yazdığın konu hassas ise şayet her bir tuşun, içine büyük bir darbe gibi aksetmesine izin vermek.

Nakış gibi işlediğini sandığın yazın , her kelimesiyle acıtırken seni , dur diyememek.


Oldu evet...

Bu cesareti gösteremediğim oldu, hemde pek çok kez..

Ve hala oluyor..

Şimdi yazsam kelimeler akar ve ben önüne geçemem biliyorum.

Ama yine cesaretim yok..

Düşünmeye, yazdıklarımı kabul etmeye, cesaretim yok..

Bir ışık bile yok...

Nokta koyduğumda, yaşayacağımı bildiğim şeyi yaşamaya cesaretim yok

Yazının bitmesi tüm bu darbeler zincirinin sonu değil çünkü..
Bittiğinde geçeceğini sanmak yanılgısı ilk sözcüğe gözlerimin kaymasıyla son bulur biliyorum.
Bir başkasının yazısını okur gibi içerim kendi kelimelerimi,
Tekrar tekrar okur, tekrar tekrar aynadaki aksıma bakarım,

Gördün mü?

Cevap için beklerken bile düşünmek yordu beni..

Bir de yazsam...



Yanlış yolda yürümek, doğru yolda beklemekten iyi miydi?

Yanlış olduğunu bildiğim bir  yolda yürüdüm ben.
Yürüken öyle mutluydum ki.

Yanlış olduğu aklımdan çıktı..
Yol altımdan akarken ayağım takılıp düşene kadar yürüdüm.

Her adım deneyimdi ve büyüdüm.

Doğru yolda bekleseydim, pek çok şey kaçıracaktım.
Düştüğüm için kanayan yerlere baktığımda ,
Evet acıyor, yalan söyleyemem..

Ama yine başa dönsem yürürdüm..

Doğru olan beklemekti belki..

İyi olan..

Güzel olan..

Yıpratmayan..

Ama bekleseydim, ben, ben olamazdım.

Şimdiyse doğru yolda mı bilmem ama bekliyorum...

Yanlış yolda yürümeyen hiç bir zaman doğru yolda bekleyemez kanımca...

Doğru yolda yürümek de bir seçenek,

Belki tüm bunlar bir tarafa tek düşünülmesi gereken odur.

Ve yanlış demişken...

Sahi yanlış nedir ki?

Yanlış yol,
Yolun başındaki sıfata yabancılaştım şuan ..

Zaman, mekan, durum...

Yanlış diye birşey yoktur belki de..

Zamansızlık vardır mesela,

Mekansızlık..

Kararsızlık..

Yanlış değil yapılan pek çok şey için uygun sıfat..

Bilmiyorum..

D.B



12 Nisan 2012 Perşembe

Öyleymiş..

Tek harf koysan başına..
İlk tahminimde bulurdum kelimeyi..

Hisler kelimeye evrilmez çoğu kez, sadece bir harfe takılıp kalır.
Harf anlatmaz kendini, o hep susar.

Harf susmuştu,
Kelimeyi öyle iyi biliyordum ki umursamadım bu kez.
Sesteki tını da yeterdi zaten , harfi koyan sen olmuşsa artık.

Harf yoktu, beden dilini takip etmedim,
Sende takipsizlik kararı almıştın zaten..
İzlemedin.

Çocuklar büyüyünce ,büyüdüklerini kabul edemezmiş yetişkinler, hep öyle demezler mi?

Öyle olmadı bu kez.

Büyüdüğümü kabul eden bir yetişkindi , harfi susan
Tahmin etmeye çalışmayan da onunla fikir birliği yapmıştı zaten..

Susmak da konuşmaktı bazen ve konuşurken de susabiliyordu insan,
Pek çok şey ama hiç bir şey söylememek de mümkünmüş.

Zaman hep yıpratma eylemini barındırmazmış bünyesinde, bazen sadece yıprattığını düşündürürmüş.
İlk hoyratlığı geçtiğinde harabe bırakır zannedilir ya hep..
Yanılgıymış.

Değer kaybedilmezmiş mesela, kazanıldıysa sükunetle bir kenarda beklermiş.

Beklemek çözümü getirmezmiş. Bazen tek bir tuş gerekliymiş.

Ateş yeterince güçlüyse rüzgar onu güçlendirir, söndüremezmiş.
Güçsüz olan ateşin sönmesi için rüzgar bile gerekmezmiş.

Ve öğretirmiş bazen biri gelip tüm bunları.

Konuşmadan.

Kalmadan.

Bakmadan.

Davranmadan.

Yalnızca varlığı anlamana yetermiş.


D.B

10 Nisan 2012 Salı

Sessiz çığlık

Bilmediğim bir yerde ayaklarımı karnıma çekmiş öylece, cenin pozisyonunda hareketsiz yatıyorum.
Bir kovuğun içindeyim sanki , beni koruyan bir şey çepeçevre sarmış beni..
Az önce yoktu eminim, ben gözlerimi kapatmadan hemen önce, yoktu…
Ben, kıpırdayamamıştım… Gözümü yummuştum sadece..
İşe yaramış demek buraya gelmişim.

Yarın Taşkışla’da masa açacağız, kadın atölyesi..

4 yıldır atılan ve duyulmamış sessiz bir çığlık için…
8 kişinin tecavüzüne uğramış ve davasının son duruşmasına , halen tutuksuz bulunan sanıkları son bir kez görmek üzere giden bir kadının sessiz çığlığını bu kadar zaman sonra duyduğumuz için, biz yarın bir masa açacağız.

Dava bize öyle uzakmış ki,

Hepimize..

Duymamışız..

Kilometreler varmış aramızda yüzlerce, binlerce kilometre..

İnsanlık olgusuyla bizim aramızdaki mesafe kadar,

O kadar uzakmış.

Nasıl duymadık?
Ne fark eder ki, değil mi? Susmaya, sonuç için beklemeye, sonuç alamamaya, uğraşmaktan vazgeçirilmeye ,usandırılmaya alışmış yıldırılmış bizler , duysak..

Sahi ne fark eder?


Ayaklarımı kendime doğru çekiyorum, kovuğun içi soğuk bir rüzgarla doluyor.
Üşüyorum..


Yarın Taşkışla da bir masa açacağız biz..

3 gün boyunca kilitli kaldığı o yerden çıktığında ne hissetmişti sahi?
Nasıl çabalayacak gücü buldu kendinde?
Şimdi son davasını ayakta izleyecek gücü bulabilecek mi?
Her gece kâbuslarında tek tek tutuksuz yargılanan sanıkların karşısında, gerçekten ayakta durabilecek mi?


Soğuk iliğime kemiğime işliyor.. Durdukça daha çok üşüyorum burada…
Kovuk çekiliyor sanki üzerimden, yer gök inliyor..
Ben hala öylece, kıpırtısız yatıyorum olduğum yerde…


Yarın biz Taşkışla da bir masa açacağız…

Hala ümidimiz var mı sahiden?
Benim…
Hala bir ümidim var mı?

Ya o kadın?

27 nisan günü, son dava günü..
O sessiz çığlık son kez haykırdığında..
Ya bir daha çığlık atmamak üzere susarsa?

Sen suçlu değil misin?

Ya ben?

Bizim davamız değildi değil mi?
Hiç olmadı..
Bize dokunmamıştı yılan…
Bin yaşasaydı…
Ya da fark etmez, yaşamasaydı..
Bizim davamız hiç olmamıştı ne de olsa..


Boğazımda bir düğüm var gözümü kapamaya korkuyorum artık.
Üşüyorum, kıpırdayamıyorum, nerde olduğumu, neden burada olduğumu bilmiyorum…
Uyanırım ve her şey gerçek olur diye korkuyorum…
Uyurum ve her şey gerçektir, hiçbir şey yapamam diye korkuyorum.

Yarın biz Taşkışla’da bir masa açacağız..


Fethiye’de dort yıldır görülen ve ağır cezaya gönderilmeye tenezzül bile edilmemiş bir davanın son dakikalarında bir şey yapmadık dememek için açıcaz.

Duymadım..
Duymamıştık…
Duysak ne değişirdi..

Belki biz de birer sessiz çığlık atardık..

Denerdik..

Sonra bir kez daha…

Kadının böylesine hiçleştirildiği bir ülkede bir kez daha, tekrar, tekrar denerdik…

Bazen öyle çok istiyor ki insan bir sessiz çığlık daha eklensin kendi çığlığına..
O çığlığa tutunup kalkabilmeyi, silkinmeyi, dik durmayı, geçti demeyi öyle çok istiyor ki..


Gözlerimi kapadım, açık tutsamda kapalı tutsam da fark etmiyordu nasıl olsa..
Hala üşüyorum
Hala hareket edemiyorum, bağıramıyorum.

Evet şimdi hatırladım, biz yarın taşkışlada..

Neden masa açıcaktık?


Gözlerimi açtım, her yer karanlık.
El yordamıyla algılamaya çalışıyorum, ancak hareket edebiliyorum bu kez, zorlasam bağırabilecek gibiyim.
Ayağa kalkıyorum…
Her yerim nasıl ağrıyor!
Nerdeyim?
Saat kaç?
Nasıl gelmiştim buraya? Bir tünel hatırlıyorum, karanlık.. Sonra bir ev, bahçe..

Tanrım artık geri dönmeliyim..

Bugün biz bir masa açacağız Taşkışla’da ve ben her nerdeysem buradan çıkıp, ayağa kalkıp, toparlanıp, tüm bunları aşıp!!


Orada olmalıyım..

Onun için,

Olmasa da, denemek için..

Bir sessiz çığlık daha ekleyebilmek için..

D.B

**

Bu gece uyuyamadım..

Öyle çaresiz oturup düşündüm onu..

İyileşir mi bir gün?

O 3 günü temizlemek için kaç kez doğması gerekir güneşin?

Akrep kaç kere daha geçer 12 çizgisini?

Bilemedim..

Başka 3 günler olmasın diyebildim sadece..

Hiç olmasın…

Ne olur olmasın…
























9 Nisan 2012 Pazartesi

Böyleyim; çünkü çok sevdiler beni..

Pek çok nedenim vardı sevmek için..

Bir kere sevmek güzeldi..


Herhangi bir şeyi severken hissettiğin şey ayan beyan mutluluktu işte..

Güneşi severken mesela, havanın ılık oluşunu severken, hep daha fazla hissettim ben, diğer insanlardan daha fazla hissettirdiler bana varlıklarını..


Çünkü ben gerçekten sevmiştim onları..


Seni tanımadan önce çok garip geliyordun demiştin bana, ama şimdi anlıyorum sana insanları sevmeyi öğretmişler..


Yanılıyordun; kimse bana insanları sevmeyi öğretmedi, bu öğrenilecek bir şey değildi.

Bir yerde tesadüfen bir başlama noktası veriyordu hayat sana,
Bir gün, yabancı biri gelip seni öyle çok seviyordu ki sen ondan sevgi kavramını öğreniyordun.

Onun sevgisi sana sevgiyi öğretiyordu,

Ama sen kendi kendine sevmeyi öğreniyordun...


Ansızın hayatına giren sevgiyle nasıl başa çıkarsın?

Kaçarak, reddederek... Belki de, seni mutlu etmesine izin vererek ve alışarak, karşılık vererek.


Ya ansızın içinde beliren sevgiyle? Nasıl başa çıkarsın?

İşte o çok zor..


Ben çıkamadım.. Çok korktum..

Sonra,


Sevgimi dağıtmayı öğrendim.

Pek çok şeye, pek çok insana, zaman zaman tökezlememe neden oluyor elbette, yanılmalarım hep sevgimden.


Pembe gözlüklerimi çıkarıp bir kenara koyarsam yanılmam, bende biliyorum. Ama şimdilik yanılmak pahasına takıyorum onları…


Bir gün , düşüp kırıldıklarında yerden alıp onarmamaya karar verene dek..



D.B

8 Nisan 2012 Pazar

ARANIYOR..

Bana sabretmeyi öğret...

Takıntılı gibi davrandığım ve çabuk sonuca gitmek istediğim her şey de biryerlere çarpmaktan , incinmedik yerim kalmadı artık..

Sonuç neden hep hızla elde edilen bir şey değil anlayamıyorum..

Oysa ben kimseyi bekletmeyi sevmem, tepkilerim hızlıdır, basit düşünüp de sonuca gitmeye çalıştığımda da daha komplike olaylarda da bu hep böyle olmuştur.

Kötü bir şey mi bu?

Beklentilerimin de bu yönde olması normal değil mi? Elbette bu hızlı sonuca ulaşmak takıntısı bana daha çok hata getiriyor... Ama beklemek de yıpratıyor.. Hızla yanlış sonucu alıp tekrar başlamak mı , uzun süre beklemek ve yıpranmak bunun sonucunda da doğru ya da yanlış bir sonuca ulaşmak mı daha tercih edilebilir..

İlkini seçiyorsam, hata riskini alıyorsam bu deneyimsizliğimden mi kaynaklanıyor?

Varsın öyle olsun..

Ben buyum..

Hep buydum..

Düzelmeyeceğim diye inat etmiyorum; ama düzeltemiyorum... Bende sabır kelimesinin bana bir kelimeden daha fazlasını ifade etmesini isterdim elbette.

Bekleme eyleminin her insan için olduğu kadar zor olmasını tercih ederdim, tercih hakkım olsaydı...


Aranıyor...

Belki bir büyüme iksiri...

Sabretmeyi öğretecek bir öğretmen...

Hindistana gidiş bileti ve bu arada da yüksek lisans yapıp, işe gitmeye devam edecek bir adet kopya d.b

Çözüm..

D.B

1 Nisan 2012 Pazar

Çarptım, şimdi toplayamıyorum..

Önümdeki duvarı farketmiştim ben aslında..
Ayağımı gazdan çekmem gerektiğini bilecek kadar aklım yerindeydi..

Ayağımı yavaşça gaz pedalından kaldırdım..
Yavaşladım..

Sonra birşey oldu..
Tüm kaslarım aniden kasıldı..

Ayağım pedala yüklendi..
Ben değildim o pedala basan..

Kontrolsüz bir uzuva nasıl müdahale edebilirdim ki?

Hızla bacağımı kavradım, pedaldan kaldırmaya çalıştım ayağımı, kol kaslarım bacak kaslarımdan daha güçlü değildi ne yazık ki..

Çarpmama ramak kala çekebildim ayağımı..

Geç kaldım, kontrolü sağlamakta..

Çarptım..


-Bu davranış şeklinin nedeni ne?

-Bilmiyorum, bende bir süredir kendim gibi davranmadığımın farkındayım aslında, Sadece...

Kelimelere dökemiyorum... Zor olduğundan değil ; anlayamadığım birşeyi nasıl anlatabilirim ki?

Acıyor..


-Neresi acıyor peki?

-Acı değildir belki tam kastetmeye çalıştığım, daha çok ağrı yada sızlama.. Bulantı da olabilir.. Sol tarafta aşağıya doğru, karnımda galiba..

 Boşlukta..

-Belki çok üzmüştür birşey seni olabilir mi?
Sende herşeyi o boşluğa doğru iteklemişsindir, ve herşey karışmıştır şimdi biribirine.. Savaş başlamıştır o boşlukta..

Boşluk dar geldiği için çeperlere yapılan basınçtır ağrı yada sızlama dediğin.. Ve karışmışlıktır mideni bulandıran..

-Şimdi sen bana yine zaman diyeceksin değil mi? O boşluktaki savaş bitene kadar..
O devinim hareketini sen tetikledin ama durduramazsın diyeceksin..
Ve nefret ediyorum ama yine o çözüm işte; bekle...

Ama bekleyemiyorum..

Çok uzun zaman bekledim ve artık geçsin istiyorum..

Anlıyor musun?

Yapamıyorum...

Bir çözüm bul bana; gerçek bir çözüm..

-Çocuksun sen!

Bunun çözümü yok..

Bekle.. Hepsi bu...

31 Ocak 2012 Salı

''O''

Ne sıkıca kavrayabiliyorum, ne de bırakabiliyorum onu,

Beni kontrol etmesine yetecek kadar sıkı tutuyor beni, ama ayağım kaysa düşmeme müsaade edecek gibi; hata yapma lüksümü elimde tutmamı istiyor.

Büsbütün karışmış olan bu durum beni yorması gerekirken hareketlerimi yavaşlatıyor; yavaşlamak algılarımı açıyor.

Onu ; anlayamasam da içselleştiriyorum, zaafım oluyor.

Tanımadığım kimselere gidip bir silüetten bahsetmek istiyorum bazen..

Olmuyor.

Kafamda tanımlamayadığım ''o'' 'yu anlatamıyorum.

Oluşturamadığım cümlelerle konuşmak olmayacak işmiş.

Belirgin bir noktasında değil bütününde bir ışık arıyorum bu kez, bulamıyorum.

Yineliyorum herzamanki sorularımı , cevap bulmak için değil sormuş olmak için soruyor gibiyim..

Kim o?
Şimdi nerede?
Hiç burda oldu mu?

Tanımlamak değil amacım, tanımak.. Anlatamamak bile adım oluyor tanımak yolunda çoğu zaman.

Onu tanımaya çalışırken kendime döndüğümü farkediyorum, hoşuma gidiyor bu durum.

O, varlığıyla; bilerek ve isteyerek , belki de bilinçsizce büyütüyor,değiştiriyor beni.

Ya ben ? Ben ''o'' nun için ''O'' olabiliyor muyum?