11 Kasım 2011 Cuma

Renkler herkes için...

http://www.renklerherkesicindir.com/

Bir yazımda bahsetmiştim...

Göremeyen bir insana renkleri nasıl anlatabilirim acaba diye düşünüyorum sık sık diye..

Nesneleri kavramlarla algılayan beynimi unutarak, asıl kavramdan kopup, çeşitlemesini anlatmaya çabaladığımı geç farkettim...

Önce renk kavramını nasıl anlatabileceğimi düşünerek başladım bu kez...

.

Sözcüklere dökemiyorum rengi mutlaka bir örnekle son buluyor her cümlem..


Ama biliyorum renkler herkes için var..

En kötü karar kararsızlıktan iyi mi?

Gitmekle kalmak arasındaki o tepedeyim...

Aldığım ama uygulayamadığım karalarımla, pratiğe dönştüremediğim teorilerimle bir duraklama anını yaşıyorum..

Uzaklaşamasam da burda kalmak istemediğimi tutuyorum aklımda..

İşe yaramıyor , yaramayacak biliyorum. Ama deniyorum hiç değilse; denemek de birşey deyip kendimi rahatlatmayacağım; yapamayacağını bilerek denemek hiç birşey aslında...

Farkındayım, yine de ağzımdan çıkmasa da , beynim yineliyor deniyorsun hiç değilse...

Gidemediğiniz, ama kalmanın hiç bir mantık aksına uymadığını bildiğiniz zamanlarda gidebiliyor musunuz? Şayet yapabiliyor iseniz çok güçlüsünüz demektir. Ben değilim , yeterince, kendimi yenecek kadar güçlü değilim... Mantığım yaptığı her savaşı kaybetmişken ; güçlüsün diyen her sese kulak tıkamak hiç de zor değil... Bu konuda dürüstüm en azından...

Tüm bu karmaşa arasında okulu erken bitrmeye çalışmak ağır geldi bana yazmaktan, silmekten hiç birşeyin tam olmamasından yoruldum, herşey eksik sanki...

Her tamamladığım parçadan sonra yeni bir eksik farkediyorum.. Eksiklerimin sayısı hep sabit bu günlerde.. Farkındalıktan kaçmak mutlulukmuş ama farkında olmak yada olmamak benim seçimim değil ne yazık ki..

Planların gerçekleşmemesi hayat, aslında...  Yada her gerçekleştirdiğin plan da yeni bir yol ayrımının seni beklemesi...

O kadar çok yol ayrılıyor ki önümden  tümüyle karıştım, haritayı okuyorum ancak hep yanlış yola gidiyor ayaklarım, olduğum yerde durmaya karar verdim bende ; o bekleme anına döndüm yüzümü.

Beklemek; yanlış yerde yürümekten bile daha çok zorluyor beni...

Beklemeyi bilmeyenlerdenim...

Sahiden , en kötü karar kararsızlıktan iyi mi sizce de?
Değil galiba...

25 Eylül 2011 Pazar

Anne olmaktan korkuyorum cunku..

26.09.2011
 
 
21 yıl önce…
 
9 aydır mutlu mesut yaşadığım yerden zorla çıkarmaya çalışıyorlar beni…
 
15 saat 15 dakika’dır çabalıyorlar. Çıkmamak için; ters durmakta buldum ben de çareyi…
 
 Ancak, direnişim son bulmak üzere artık daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum…
.
.
 
Sonunda beni olduğum yerden zor kullanarak çıkarttılar, boğazım çok yanıyor. Ağlıyorum diye herkes çok mutlu, çok saçma! Olduğum yere geri dönmek için çırpınıyorum ve bu herkesin hoşuna gidiyor. Rezil durumdayım.
.
.
 
Bir bu eksikti karnımın üzerinde bir şey var, aşağıya sarkıyor, yüzünü göremediğim bir kadın kesti az önce onu… Niye ters duruyorum anlamam mümkün değil düzeltseler iyi olacak…
 
.
 
Onu fark ettim…
 
Herkes halime gülerken bir tek o gülmüyor,  gözleri de kapalı, esmer bir kadın… Kirpikleri ne kadar uzun, dudakları da dolgun… Elmacık kemikleri hafif çıkık… Karnına ne olmuş onun?
 
Oradan mı çıktım ben?
.
.
 
Merhaba anne,
.
.
.
 
Uyuyor galiba… Böyle ağlamaya devam edersem uyanacak, susuyorum, uyandırmak istemiyorum onu…
 
Zaten bundan böyle çok gece olacak uyumayacağı,  hem de yalnızca ben büyüyene kadar değil…
 
Artık ben varım hayatında, işgal altında onun hayatı…
 
Henüz bu işgalimi bilmezken ve benim farkımda değilken son kez beni düşünmeden uyusun istiyorum…
.
.
İlk böyle karşılaştık değil mi?
 
.
.
.
Anne olmaktan korkuyorum ben…
 
 
Senin gibi olurum diye korkuyorum sonra da senin gibi olamam diye korkuyorum…
 
Kendimle çelişiyormuş gibi değil mi ne acayip…
 
Sen olmasaydın ile başlayacak tüm cümleler ne kadar kötü bitiyor ne kadar eksik kalıyorum bilseydin anlardın sanırım niye senin gibi olmaktan korktuğumu…
 
Böylesine sorumluluk alabilir miyim ben bilmiyorum…
 
Peki senin kadar başarılı olabilir miyim bu sorumluğu taşımakta?
 
Endişelerini anlamaya , seni anlamaya başlayalı öyle kısa bir zaman oldu ki…
 
Hep kendimle hesaplaşırken sana ne çok haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Sen, seni çok sevdiğimi bilsen de en çok seninle kavga edip, en çok sana kızıyorum değil mi? Evet haksızlık bu… Haksızlık yaptığımı fark etmeme rağmen sürdürdüğüm bir haksızlık üstelik…
 
En çok sana sataşıyor senin üzerine gidiyorum…
 
Belki de yalnızca kıskanıyorum seni…
 
 
Hayatımda bir kez bile olsa sana dürüstçe benim gözümden gerçek seni anlatmak istiyorum…
 
Senin iyi yemek yapabildiğini biliyorum ben aslında, bunun için her gün senin yemek yapmanın gerekmediği bir evde senin yapmamandan doğal bir şey yok bence de, sen yorulma diye istemiyorum da aslında bunu…
 
Hep çok düzenli bir evde yaşadım ben, biri sana yardımcı olduğu zaman böyle ama olmadığında da böyle olduğunu gördüm bunun farkındayım…
 
Benim kendim için iyisini düşünmediğim yaşlarda sen benim sana kızmam pahasına çabalamasaydın,  ne okuduğum liseyi ne de şuan bulunduğum üniversiteyi kazanabilirdim, biliyorum.
 
Benimle kavga ettiğinde sana davrandığım gibi bir başkası sana davransa hayatından çıkarabilirsin ama ben senin zayıf karnınım ve ne yaparsam yapayım tüm affediciliğinle yanımdasın sen. Bunun rahatlığını yaşıyorum.
 
Her konuştuğumuz da benim ses tonumu dikkatle takip eden bir annem var benim.. Sana hayır desem de her zaman hislerin doğru, ikimizde biliyoruz.
 
En zayıf anımda sana çok kızgın bile olsam hep seni arayarak bir çare bulacağım kendime,  hep bir adım uzağımda olacaksın sen, biliyorum..
 
Beni uyardığın her şeyi aklımda tutarken 1000. kez aynı şeyi duyduğumda sana kızsam da bir gün bende aynı şeyi istemsiz yapacağım ve bunun farkına vardığımda durup gülümseyeceğim halime , bunu sende biliyorsun.
 
.
.
.
 
Hep seni benden daha güzel buluyor arkadaşlarım,
Gözlerimi senden almışım… Dudaklarımı da…
 
 
Son dönemde sana daha çok benzetiyorlar konuşma tarzımı…
 
Duygusal olduğumu ilk sen söyledin bana,
Ne olduğumu bile bilmediğimi fark ediyorum sen bana bir şeyler söyledikçe…
Duyduğumdan beri daha rahat ağlıyorum sanki…
Daha dürüstüm.
 
Seni seviyorum’u daha kolay söylüyorum artık…
 
Büyüdün dedikçe büyüyorum, çocuksun dediğinde başa dönüyorum…
 
Sen konuşuyorsun ben evriliyorum..
 
 
En yakın kız arkadaşıma ithafen yazıyorum bu yazıyı, kendi mimarıma yazıyorum ona teşekkürden fazlasını borçluyum, evet! Ama şimdilik yalnızca bu geliyor elimden…
 
İyi ki varsın; yanımda olduğun için, karşılıksız sevdiğin için, hala benim yüzümden uykusuz kaldığın için, her sabah beni düşünerek uyandığın için, nefes aldığım için teşekkür ederim…
 
Sanırım burada susmalıyım artık…
Sonrasını konuşarak ifade etmek istiyorum..
 
İki dileğim var..
 
Şayet çocuğum olur ise annesi senin gibi olsun… (ki o da benim gibi olursa çekeceğim var)
 
Ve sen de hep benimle ol…
 
 
Nice mutlu yaşlara…
 
D.B

10 Eylül 2011 Cumartesi

Sarışın kelimesini google da aratmak yasaklandı ya(!) , O zaman bizi devret(ME)sela..

Korkularım var; kendime dair...

Hedeflerime ulaşamamaktan, mutsuz olmaktan, alışkanlıklarımdan vazgeçememekten, inat ettiğim konularda haksız olmaktan... Korkuyorum...

Bir de istemeden normalleştirdiysem diye korkuyorum, onları(!)



Siyasetle ilgili espri bile yapmadığım gözünüzden kaçmıyordur eminim; son seçimlerle birlikte eskiden taktığım pembe gözlüklerimi çıkardım.. Ondandır...

Belki de yeteneğim(?) kalmamıştır... Kim bilir...

Okuyunca sinirlerim zıplıyor elbette, vakıflara(!) devredilen(!) yerleri öğrendikçe, beynimi biri zımparalıyor hissine kapılsam da;

... Davası da kalmadı hani....

Kabul edelim, alıştık biz de.. Alışmış kudurmuştan beterdi değil mi?

Taksici abi öndeki araca değdiriyim mi abla dedi, yandaki banketlere de değdirelim dedim... Ben taksicilere alıştım, mesela...

Her sene bazı insanları (!) baştan yaratılmış olarak görmeyi garipsemiyorum; nabza göre şerbet, köprü, ayı, dayı derken, değişime de alıştım mesela..

İzleye izleye(!) hatta dinleye dinleye , belki okuya okuya yüzsüzlüğe alıştım, MESELA...

Yalancılık, hırsızlık, haksızlık... Gitgide normalleşmiyor mu hayatlarınızda? Erdemli bir ifade takınıp yok artık demeyin; elinize aldığınız gazetede , izlediğiniz televizyonda, gerçekte öyle olmadığını bildiğiniz ama öyle(!) söylenmesini farketmeden kabullendiğiniz herşey de...

Hayatlarımıza tümüyle sokmadık belki henüz, ama bilinç altımızda çoktan normalleştiler MESELA...

Sokakta kısa bir elbise giydiğimde laf söylenmesini garipsemiyorum artık ben! Bu saygısızlık mıdır? Evet! Terbiyesizlik hatta sapıklık mıdır? Kesinlikle! Ama buna da alıştım.. MESELA..

(Birine söylesem de bana dönüp; '' Sen de yarıçıplak gezmeseydin'' dese zamanın getirdikleri mi götürdükleri mi(!) derim bilmiyorum mesela, kıyafeti yüzünden devlet otobüsünde saldırıya uğrayan ; sonrada saldırganı yakalan(a)mayan kız ne derdi acaba!)

Ben gerçekten insanın insan gibi özgürce yaşaması taraftarıyım, bence bir insan istediği , ve kendini kendi gibi hissettiği şekliyle her yere girmeli. İstediği hayatı yaşamalı, istediği dili konuşmalı, istediği ad ile hitap edilmeli kendisine... Ama özgürleşmek bir zümre için mübah olmamalı! Her kesime uyarlanmalı, bir özgürleşme hareketi bir diğer özgürlüğün önünü kesiyorsa şayet sorgulanmalı yanlış bulunmalı...  Dimi? Ama ben özgürlüğük kavramının bir zümreye yönelik yaşatılmasına da alıştım MESELA...


BU NEDENLE...

Yazamıyorum...

Yazdığım da içim sıkılıyor çıkıp gitmek yada bu ''mesela''ları silmek istiyorum...

Meselaları silmeye gücüm yok , çıkıp gitmek de  .......yor.

Susmak en kolayı,
Kolay yolu seçmek ise en zoru galiba....

D.B

p.s  Babam bu yazıların bazı bölümlerinde aslında üzerine çok düşünmüş olduğum şeylerin anlaşılamadığını söyledi kendisi için bir kılavuz yapıyorum;

D.B 'yi anlama kılavuzu (!)

1.  Başlık (Sarışın kelimesini google da aratmak yasaklandı ya(!) , O zaman bizi devret(ME)sela..)  çift taraflı bir gönderme içeriyor.  İlk olarak sarışın kelimesinin bile aratılması yasaklanarak zaten toplum içinde gitgide cinsel bir meta haline gelen kadın kavramını bir de sarışın olarak tukaka ilan eden zihniyete bir gönderme mevcut , 2. kısımda ise herşeyin devredildiği mevcut sisteme bir vurgu var ve son olarak babacım zaten meta haline gelmiş biz kadınların ekstra perçinlenmiş sarışınlığımızla birlikte devredilmesini tavsiye ediyorum.

2. .... olarak geçtiğim bölümler şayet yazarsam senin bana çok argo kullanmışsın şeklinde yükleneceğin bölümlerden oluşuyor.

3.  ...Davası da kalmadı... hani derken hem argo bir söze gönderme yapmayı amaçladım hemde malum savcısı gönderilenin davası hiç olmaz , hatta ve hatta bir de iddiası olmayanın davası olmaz var! Delili olmayanın davası olmaz kısmına ise girmiyorum bile...

  Kısaca   ...Davası da kalmadı...  diyorum ben.

4.  Parantez içine aldığım kısımlar da ise () gelinim sana söylüyorum(!) kızım aslında onu demek istemedim sen anla demek istiyorum.

(Bunu da beni ara yanlış yazmışsın o söz öyle değil , de diye yazdım)
Ama şimdi de fazla açıkladım MESELA...

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Evet ben yaptım! Ama bu benim(!) sonuçta ; ben benim için, en iyiyim...!

Yol aktı altımdan...

Hayır ben yürümedim...

İnsan pek çok şeyde suçu üzerine almak istemiyor değil mi? Ben mesela çoğu zaman başkalarını suçlarım hatalarımda, hep bir başkasına kızmayı yeğlerim...

Yeğelerdim diyemiyorum, ne yazık! Hala düşüyorum zaman zaman aynı hataya...
...

Kendi kendime kızdığım zamanlarda hep geri adım attım ben! Canım en çok öyle zamanlarda acıdı, öyle zamanlarda daha çok dövdüm kendi ruhumu...

Her kızdığımda başkalarından kaçabilmek kolayken , kendime sen kenarda dur bir süre diyemediğimde anladım bunu...

Denedim...

Delice belki ama; kendimden kaçmayı denediğim bir zaman var! Kaçamadım... Kimsenin eline avcuna sığmayan ben, kendime kaşı öyle güçsüzdüm ki...

Kısır döngü döndü, döndü...

Ve ben başımı duvara vurdum, vurdum...

Öğrenmedim hayır! Ama kaçmıyorum kendimden artık... Bir yanlış yaptığımda bırakıyorum kendi ellerime kendimi. Savururken, hırpalarken kimseye olmadığım kadar acımasızım kendime karşı...

Sonra, bekliyorum sukunetle hıncımın geçmesini. Hakettiğim kadar yıpatıyorum, ama affediyorum sonunda  kendimi...

Barışıyorum kendimle...

Kendini affedebilmek çok güzelmiş...

Kendine kızabildiğinde öğreniyorsun...  Kızabilmek kadar güzelmiş...

D.B

p.s Herkes bir yana, kendinizin kendinize haksızlık yapmasına izin vermeyin... Ama gerekirse kızın kendinize, sona affedin. Ötekiler(!) öyle önemsiz ki..



21 Ağustos 2011 Pazar

Aşk mı, nasıl yani? Cidden mi???

D. ben sana aşık oldum galiba...
D. yani nasıl söylesem... Ben aşık oldum galiba..

Ben söyleyemedim ama sende gözüme soktun be kızım katlanamıyorum, ben denedim ama olmuyor yani; arkadaş gibi sürdüremeyeceğim, dayanamıyorum , aşığım ben sana...

Ufff d. bu nasıl bir his ya, hiç böyle hissetmemiştim ben...

Ben seni şunun 310 milyon katı kadar seviyorum...

D. sen ne yaptın bana ya... Bağımlılık yaratıyorsun resmen...

Evet hanımlar ben bu film repliklerini kendime uyarladım cidden, bakın! Hoşuma gidiyor! Olamaz mı?

AA unutmuşum...

Ben her türlü şeye katlanıcam d. sen beni sevene kadar herşeye katlanabilirim yani, ne kadar zamana ihtiyacın varsa;çünkü seni hayatımda istiyorum...

Beklerim d. ne kadar gerekiyorsa...(Ben bekle yarın çıkarız falan mı demişim acaba? Hangi kafadaymışım yahu? Günlüğüm sayesinde bir saattir gülüyorum)

D öldürücek misin sen beni?

D. seni kimse benim kadar sevemez, pişman olucaksın.

D. kimse seni benim milyonda birim kadar sevemez pişman olucaksın....

Onda birim...

Yüzde birim...

.
.
.(çeşitli birim kesirler var işte burda...)
.
.

Sen odunsun d. kalassın, suntasın ,kütüksün, demirsin... 
(Ne dedim de bu lafı hakettim ben acaba?)

D. bir kere ağladığını görmek isterdim.. Sen hiç ağladın mı? (Bu nasıl bi laftır ya?!Şunu söyleyen hatırlayıp gülsün kendine lütfen , ben bir köşede ağlıcam söz)

**Şu günlüğü okuduğuma bin pişmanım, kendi başıma çocukluğuma inmemeliymişim ben.

D. şunu başkası istese hayatta yapmazdım....

D. seni görmeye dayanmam mümkün değil acı çekiyorum... (Der ve arkadaşlığımızı bitirir, güler misin ağlar mısın yahu sevgiden selamı sabahı kesiyor adam o derece!)

D. bu nasıl bir duyguymuş böyle...

Ben daha önce sevdiğimi sanmışım d.;yada  bu hissettiğim şeyin bir adı yok yani...(Bak bu kesin bir türk filminden duymuş bunu ay bende hihi diye güldüm kesin, allahım lütfen ergenliğin arkasına sığınabilecek bir yaşta duymuş olayım bunu)

D. sonunda evlenicem kızım seninle... (Bak bunu çok net hatırlıyorum işte inşallah bana da haber verirsin demiştim, akıllanmaya başlamışım herhalde ; nezaman nezaman demediğime göre..)

Ben yüksek lisansımı yapıp geliyim sen bu arada istediğin gibi gez dolaş,şimdi seni sıkmak istemiyorum ama ben aklının bir köşesinde olayım olur mu d.?(Ya bakın buna bir yorum bile yapamıyorum hani bunu okuyup aynaya bakın zaten o noktada anlayacaksınız siz beni.)

Şimdi gidelim d. .......'ye evlenelim orada...

Ailemle konuştum d. ben seninle ciddi düşünüyorum... (İşte bu, işte bu... Bu noktada aydınlandım sanırım... Yok artık...!! Bana da bir sorsaydın keşke?!  Yahu hoşlanıyorum falan diye bir girizgah yapsaydın en azından)

Evet bunları da gazete köşesinde okumuştum hayal ettim kendime uyarladım doğrudur..


Yok yahu bunları farklı farklı insanlardan duydum ben...


Size de, haber vermek için yazdım hatunlar; okuyun bakın baya baya aşık olunmuş bana yahu...

Tapınılmış resmen...

Hiç birine inanmadım ha hayyy demeyi isterdim ama... Yok canım, inandıklarım, duydukça baya baya havaya girdiklerim oldu..

Wuhuu nasıl reddettim be! Diye gezdiğim bir ergen dönemimde oldu...

Ay yazıııııık çocuk çok aşık yahu , ben nazikçe rededeyim bari de dedim...(lütfedici ulu d.)
Laflarda bir standartlaşma hissedene kadar baya baya kaf dağında takılıyordum kısaca. Ay şaka bir yana ne kekoymuşum yahu inandım diyorum ötesi mi var, kim bana aşık olsa bende bir üzgün tripler ayyy çok uzuluyooor diye ağzımı büzdürmeler falan...

Çok betermişim çok...

Herkese en yakın zamanda bu halden kurtulmayı dilerim geçene kadar anlamıyor insan durumun vehametini.

p.s. Bu yazıyı okuyup aman canım bana  cidden herkes aşık kendi adına konuş diyeceklere hiç lafım yok hatunlar... Tebrik ediyorum, devamını diliyorum...

D.B

En şanslı söz yüzüğünü diledim, pişman mıyım bir de bana sorun...

Yaz okulum bitti...

Sonunda...

Zamanımı dahası kendimi adadığım bu dönemde yazamadım, yazsam da yayımlayamadım...

Yorumları okudukça mutlu oldum... Yazamıyorum diye derlendikçe dertlendim...

Güz dönemimi dondurup bazı kurslara devam etmiştim; zamanında mezun olabilmek için  yaz okulu da şart oldu bu nedenle. 3,5 senede okul bitirip ne yapacaksın, öğrencilik gibisi var mı?? diyenlere rağmen... Yaz okuluma başladım ve bitirdim...

Okul da bitsin istiyorum...

Bitince ne yapıcam hiç bilmesem de bitsin...

Yaz okuluna rağmen en eğlenceli yazlarımdan birini geçirmiş olabilirim; çalıştım, okula gittim, işe gittim, gezdim, antrenman yapamadım(!) bir günü 48 saate çıkardım... Yine yapamadım (belki biraz yaptım).

Yoruldum; ama bitti... (Kim sölüyordu?? Bitti, zor oldu ama, bitti )

Bu arada bu yaz evlilik kavramıyla tanıştım ilk defa, bir arkadaşım evlendi, bir arkadaşımın sözü de çok yakında...

Söz yüzüğü nişan yüzüğünden inceymiş bunu öğrendim; sonra şu evlilik teklifi için tektaş olur ya, söz yüzüğü, nişan yüzüğü, evlenirken de alyans mıydı neydi, deli deli dört yüzük takıcam diye dertleniyordum ben. (hayır! evlilikmiş, doğru adammış dert değil yüzüklere dertleniyorum yani). Dertlenmeme gerek yokmuş. Tataaaam söz yüzüğü öyle bir süreliğine takılan bir şeymiş, nişan yüzüğü de evlilikte el değiştiriyormuş kaldı geriye bir de teklif de takılan. Kısaca toplamda 2 tane(cik) yüzük , bunu öğrenince bir rahatlama geldi bana; 4 değil iki yüzük takıcakmışım hahayyy şu 2 yüzüğün ağırlığı da üzerimden kalktığına göre gerisi teferruat, doğru adam , aileler falan filan...

Ben böyle kendi kendime niye mi saçmalıyorum? Çok yakın arkadaşlarımdan birinin sözü tam 1 hafta sonra da, ondan...

Ben heyecan yaptım resmen... Hatun rahat! Ben de bir gerginlik bir gerginlik(pre menstruasyon dönemiyle kafa kafaya gerginim, var gerisini siz düşünün. Bunun daha nişanı var düğünü var.)(Bir de söz yüzüğünü alırlarken onlara en şanslı söz yüzüğünün onların olmasını diledim, 2. yüzük deseydim keşke diye kendimi yiyorum kaç haftadır.=))

Şaka bir yana;

Sevgili İ. diliyorum; Bu süreç , ilk adımından itibaren, her adımda daha güzel daha mutluluk verici bir hale gelsin. Seni bolca gülümsetsin... Hiç erken değil , onu(!) bulunca kaybetmemek gerek , bulduğun zaman tam zamanı aslında. Sen buldun, şansın daim olsun. Çok mutlu ol canım...

Yaz okulu bittiğine göre haberiniz olsun;

Tekrar hoşgeldim ben=)

Muhteşem pazarlar..

D.B

29 Temmuz 2011 Cuma

Sevgili boşluk ; konunu bilmiyor olsam da bugün ilk defa seni hiçliğe terketmekten korktum...

Her adım da yerini aldığım ılık havanın yerine ben geçiyor isem havayı yerinden etmiyor muyum.?

Yürüyorum..

Hava eski yerine hevesle kavuşmak için koştururken o kısacık bir an hiçlik dolduruyor yerimi...

Yerini bir hiçliğin doldurması...

Hiçlik nasıl doldurabilir ki yerimi? Anlamıyorum..

Yine bir adım attım ; arkamda havanın hunharca hiçliğe saldırdığını duydum; hiçliğin kalmasına imkan yok...

Bir adım ve bir adım daha...

Hiçlik her seferinde kısa bir süre sahip olduğu yerimde; tutunamıyor. Sahip olsa da geçici o...

Ya ben? Bende öyle miyim?

Her istediğimde sahip olabileceğimi söyleyerek kendimi mi kandırıyorum yoksa...

Geri döndüm; üç adım attım. İşte benim boşluğumdayım yine...  Kandırmıyorum... Ordayım işte...

İkna oldum, yürüyorum. bu kez boşluğu beş adımda bir düşünüyorum.. İstediğimde dönebileceğim bir yer orası...

Ama şimdi durmak istemiyorum... Biraz daha ,biraz daha ,biraz daha, yürüyorum.

Yoruldum...

Durdum; yorgunluğum nedeniyle daha uzun bir duraklama bu...

İçinde bulunduğum boşluğa daha uzun süre ayırdım...

Herneyse, madem durmaya karar verdim, geri dönmeliyim...

İyi ama hani durmaya karar vermiştim? Tekrar yürüyerek bu kararı bozmuş olmuyor muyum?

Ya beklemek içinde kararlı değilsem, boşluğu hiçliğe bırakmak istemiyorum tekrar tekrar...

Bekleyebilmeyi istiyordum; öğrenmişim işte ötesi mi var...  Bir de susmayı öğrenir isem...

Herneyse...

Kaç adım atmıştım? Çok uzaklaşmış mıyımdır acaba? 2 adım geri , 3 adım ileri, 5 yana , 7 sağa. Hayır yok!

Bulamıyorum..



Evet! Saçmalıyorum doğru... Yaklaşık 23 satırdır yaptığım şeyin adı bu!

Farkındayım...

21 yaşıma girmek üzereyim ve hayatımı birgün bu 23 satırlık saçmalığın sonunda bulmamak için! Kendim için saçmalıyorum...!


Henüz sahip olmadıklarımı; sahip olamadıklarım yüzünden kaybetmekten korkmak her ne kadar doğmamış bebeğime don biçmekten de öte ; gelecekte okuyacağı üniversitede kadrolaşma olmasın diye şimdiden bilinçli oy atmam kadar obsesif de görünse...

Şimdiden bekleyebilmeyi; kararlı olmayı; öğrenmek istiyorum...!

İyi akşamlar...

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Once kazanandık hepimiz ,sonra evrildik, kaybettik.

Benim babam varya senin babanı döver.. Kabul edin! Ben dedim sizde dediniz...

Bence böyle başladı herşey..

Sonra amca ,dayı diye devam ettik... Ailenin diğer fertlerini dövüştürdük...

Üstelik bir galibi de yoktu gerçekte bu kavganın, bir mağlubu olmadığı gibi... Kavga bile yoktu ki ortada, ama biliyorum ben böyle başladı herşey...

Varolan bireyler var olmayan kavgalarda kıran kırana dövüşürken kimse zarar görmüyordu. Her öne sürülen birey kazanandı, bana göre benimki(!) kazanıyordu her kavgada, ona göre onun ki(!). Herkes inanmak istediği gibi inanıyordu...

Kavga bitiyordu, 2 ders sonra barışıyorduk ya.. İçten içe keşke dövmeseydi babam onun babasını diyordum ben. O da öyle düşünüyordu belki...

En büyük övünc kaynağımız sınıfta en arka sırada oturmak iken, en ön sıradaki birey inek ilan edilmişken, onun babası en arka sıradakinin babasıyla hayali bir kavgadan zaferle ayrılmışken, hiç önemli değildi renklerimiz... neye inandığımız...

Var olan bireyleri gerçek olmayan kavgalarda öne sürdük, hayali kavgalarda kazanan olduk, büyüdük; buna alıştık. Çocukken iyiydi de az büyüyüp büyük çocuk olunca anladım , alışkanlıklar evriliyormuş büyüdükçe, hayal dünyan küçüldükçe hayali şeyler ya yok oluyor yada gerçeğe dönüşüyormuş.

Şimdi,

Var olan insanları, gerçek kavgalara sokuyoruz.. Bizden(?) diye adlandırdıklarımızı yanımıza sizi(?) karşımıza alıyoruz. Kaybediyoruz, kaybettiriyoruz..

Herkes istediğine de inanamıyor bu kez, ayrışıyoruz...

İki ders sonra yanyana oturup barışmıyoruz...Ben keşke benim babam onun babasını dövmeseydi demiyorum... Artik kaybeden bir babaya sahibim,  kinleniyorum. Bir dahakine diyorum! Bu kez  o da kaybetmiş bir babanın evladı, eminim  o da tekrarlıyordur  içinden; birdahakine...!
Gerçekte çözülebilir olanı çözümsüz yapıyoruz. Kendi var ettiğimiz nedenlerle, varolan kavgalarda, var olan bireyleri yok ediyoruz birdahakine, ve birdahakine diyoruz tekrar...

Büyüdük biz ama evrilirken hata vermişiz... Ben verdim. Kabul et sende vermişsin işte...! Öyle başladı herşey...

''Konuşuyorum, anlıyorum da... Seviyorum... Hep yanımda ol istiyorum, . Paylaşıyorum, seninle birlikte okuyorum; ben maketimin pencerelerini keserken sen benim için kapılar oyuyorsun ; ben senin taşıyıcı duvarlarını koyuyorum sen ara duvarlar yapıyorsun... Birlikte yaptığımız maketleri birlikte teslim ediyoruz biz... İyi not al istiyorum.. Aynı şeyi dilediğini biliyorum...  Sen kızgınsan ben susuyorum ve ben bağırdığımda susuyorsun sen... ''

Ben çocukken yanlış demişim... Özür dilerim...

Hadi baştan başlayalım...

Benim babam senin babanı dövmez, dövemez..

D.B

p.s İnanmadığım bir kavgada; bize karşı siz yok benim için! En yakın arkadaşıma siz demek, kendime siz demek gibi... Bu benim kavgam değil!

22 Temmuz 2011 Cuma

Bir süper kahraman büyüttü beni...

22.07.2011

Tanıdığım tek mükemmel erkeğe...

Çocukken süper kahramanımdın, büyüdükçe gözümde normalleştiririm sanıyordum seni! Hayal dünyam ufaldı , ama sen orada büyük kaldın. Senin gibi bir erkek daha tanısam belki olurdu, normalleştirebilirdim...

Olmadı...

O yüzden ben büyüdüm, sen benim süper kahramanım olarak kaldın...
Sen benim kim olmamı ne olmamı istedin bilmiyorum ama ben hep sana benzemeyi istedim.

Kurduğun bazı cümleleri senden önce kurmuş olmayı öyle çok isterdim ki...

Senden daha iyi bir yüzücü olmayı istemedim hiç, senin kadar iyi olmayı istedim, boğazı geçerken birkaç saniye gerinden gelmeyi kabul edememiş gibi görünsem de sen benim mükemmelimsin seni geçmeyi zaten istemezdim...

Senin kadar iyi yemek yapabilmek istedim, senin kadar susabilmek, senin kadar konuşabilmek, senin kadar okuyabilmek... Sen hep hedefim oldun benim...

Viski üzerine kitap okuduğunu gördüğüm de; senin viski'yi bildiğin kadar şarap bilmeye karar verdim... Sen harika yemek yapıyorsun diye gittim bir çok kursa, senin et yemeği yaptığın kadar iyi italyan yemekleri yapabilmeyi denedim. Sen harika tatlılar yapıyordun, ben lezzetli pastalar yapmaya başladım. Dünyanın en iyi suflesini elinden yiyordum bende sana en iyi çikolatalı tartını yaptım.Ya da sen öyle söyledin.

Her konuda öylesine farklı bir bakış açın vardı ki, her cümleni dinlemedim ben! İçtim. Her bahsettiğin konuda fikir sahibi olmak , senin dilinde konuşmak istedim. Bunun için çabaladım...

Seni daha çok dinleyebilmek için okudum , düşündüm, konuştum...

Sen babannemin yoğurtlu köftesini çok seviyorsun diye belki de, en sevdiğim yemek yoğurtlu köfte oldu benim...

Yaşıma rağmen senin kadar belki de daha çok ülke görmüş olmamı istedin. Ben yola senin kadar bilebilmek için çıktım.Sana anlatacak , seni şaşırtacak deneyimler biriktirdim. Her uzaklaştığımda seni çok özledim.

Senin kadar hızlı problem çözmek için matematiği sevdim, zor çözdüğüm her matematik sorusunu senden daha iyiyim bak demek için sana getirdim, hep benden farklı bir yöntemle çözdün sen, hayranlıkla izledim.

Hep ne kadar yakışıklı bir erkek olduğunu düşündüm. Beyaz gömleğin dünyadaki hiç bir erkeğe sana yakıştığı kadar yakışamayacağına karar verdim.

Sana sataşmak alışkanlık yaptı bende, kimseyle şakalaşırken seninle şakalaştığım kadar eğlenmedim...

Zor günler değil çok zor günler geçirdim... Her baba kadar durmadın yanımda ; arkadaşım olarak, babam olarak, abim olarak herşey olarak durdun sen.Sen tutmasan dengem bozulurdu benim. Ama sen vardın işte; şans öyle birşey olsa gerek ben sayende herşeyi yendim. İyileşip eskiye dönmedim üstelik, eski halime iyi ''daha'lar'' ekledim.

ŞİMDİ

Sana sırtımı yasladığımda dünyadaki herşeyi kaldırabileceğimi biliyorum , yanımdaysan ve bana inanıyorsan dünyadaki en güçlü varlıkmışım gibi hissediyorum, hiçbir şeye sana güvendiğim kadar güvenmiyorum, büyüyorum ama hep yanımda sana ihtiyaç duyuyorum, fikrini almadan hiç bir adım atmak istemiyorum.

Sen dinlemeyi sevdiğin için şarkı söylüyorum.Yanında olmayı her güncel konuyu seninle tartışmayı çok seviyorum. Her gece yatmadan önce sana,seni sevdiğimi söylemeden uyuyamıyorum, benim için her zaman çok özeldin şimdi koyucak yer bulamıyorum.

Sen benim mükemmelimsin...

Seni çok seviyorum...



Bu yazıyı 13 temmuz günü yazmaya başladım ben, 22 temmuz da, doğum gününde; yayımlamak üzere...

Her cümle de kelimeler ile oynadım, yerlerini değiştirdim... Her yeni yarattığım kalıpta birşeyleri beğenmedim... Eksik buldum.. Sildim tekrar,tekrar yazdım...

Mükemmele ulaşmaya çalışırken, el neden hep boş kalıyor deneyimlemiş oldum , öyle iyi yazmak istiyorum ki bu sefer; parmaklarım itemiyor tuşları, parmak uçlarımla yaptığım basınç yetersiz sanki.

Kelimeleri kullanma kabiliyetim yetmiyor...

Seninle büyümek, senin tarafından büyütülmek, anlatabileceğim birşey değilmiş benim...

Ben dünyadaki en mükemmel baba'ya sahip kızım... İfade edebileceğimden fazla bu..

Nice güzel, sağlıklı , mutlu yanında olacağım yıllara babacım..

Dilek haklarından bir tanesini ben kullanmak istiyorum; seninkilere yetecek kadar fazla mumun olacak diye tahmin ediyorum...

Hep yanımda olmanı diliyorum...

D.B

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Dün gece Beşiktaş üzerinde uçuyordum...

İçim acıyor, bu roman iyi bitmeyecek...

Bazı şeylerin nasıl biteceğini hep bilirsiniz de sadece kabul etmezsiniz...

Sonuna kadar şansınızı zorlamak sanki sonucu değiştirecek gibi hissettiriyor insana değil mi? Sanki tanrı durup çok çabaladı bu kez kırmızı kar yağsın diyecek gibi...

Kabullenmek genel olarak zor..

Haksızlığa uğramaktan daha kötüsü bunu kabul etmek ve susmak sanırım...

Susmayı hiç beceremediğim bir zaman dilimi var, hep konuştuğum; konuşarak herşeyin çözüleceğini sandığım buna iman ettiğim bir dönem... Uzak olmayan bir dönem...

Her kapının anahtarı kelimeler değil! Değilmiş...

Ama her kapıyı açan bir maymuncuk var, kullanmak ustalık gerektiriyor, olgunluk gerektiriyor ama en çok deneyim gerektiriyor(muş).

Babama susabilmeyi öylesine istiyorum ki ama nasıl becericem bilemiyorum diyordum hep, uzun uzun konuşup bir sonuca varamadık biz. O biliyor ama öğretemiyordu...

Bana susmayı öğretmeyi deneyen çok insan oldu...

Bazen canımı acıtarak, çokca eleştirerek, giderek , gelerek, yalvararak, bağırarak her yolu denemişler...

Öğrenemedim..

Susarak elde edebileceklerimin sayısı damarıma basıldığı zamanlarda aklıma bile gelmiyor...

Hayır , hala öğrenemedim...

Dün akşam balkondan aşığı sarkıttım ayaklarımı, yukarıdan şehrin ışıklarını izledim sustum... Susmanın çok güçlü olduğunu bilirken nasıl olup da bir türlü teoriyi pratiğe dönüştüremediğimi düşündüm...  Susmayı bilen insanları ve neler kazandıklarını düşündüm; mevlananın niçin kendine suskun dediğini ve suskunluğu dinlemenin nasıl olabileceğini hayal etmeye çalıştım; Beşiktaşın üzerinde uçtum; balkona geri döndüm ; o yazıyı tekrar okudum.

 ''Hamuş bişrev''

Sessizliği dinleyebilirken suskunluğu dinleyemiyordum, dinleyemiyorum...

Nerden nasıl başlamalı bulamadım ama sessizliği dinlemek de bir adım olsa gerek değil mi?

21 Haziran 2011 Salı

Meclise 29, Reina'ya tünel , Karşı komşuya renkli bir boxer, Hatice teyzeye de basur ilacı lütfen...

Bu gün gazete sayfalarını karıştırıyordum...

Fark ettim ki tüm sayfalar biri birine girmiş, siyaset sayfasının yarısından çoğu magazin haberleri ile dolu, magazin bölümünde de siyaset haberleri ile karşılaştım...

Amaç siyaset okuyanı sayfadan bıktırmak ve magazin okuma psikolojisinde birine de aman şimdi bununla uğraşamam dedirtip haber atlamasını sağlamak ve sonunda da sonuçta ben yayımladım yani haberi tarafsız yaklaşıyorum konulara demek ise; cevabım peki!

Ama bir ricam var...

Türkiye de satılıcak birşey kalmadı gerçi ama, bulur da satarlarsa pazar magazin eklerinde yayımlansın lütfen...

Bir de bu tünel di kanal dı açma(!) işlerine iyi girdik  ya biz! Meclisin içinde de bir ''meclis 29'' açılsın bir de Beşiktaştan Reinaya direk bir tünel açılsın...

Diyorum ben...

Sonra da onları satar ,magazin haberi yaparız...
...
...
...

Bir de bu açma konusunda, millet acmaya çok alışınca bazı sorunlar yaşıyoruz galiba...

Herkesin perdeleri açık mesela, üstelik görüntü güzelse hem izlenip hem şikayet ediliyor ama çirkinse tramvatik sonuçlar doğuruyor kötüsü ; insan acıyıp şikayet de edemiyor...

Arkadaşım aradı az önce  '' Ağlamaklı; d. yardım et karşı komşumun kocasının pamuklu donuyla evin içinde hoppidi hoppidi gezmesine maruz kaldım bir çare bulalım'' dedi. Ne desem boş, geçmez bu tramva.

Ama durum tersi olsaydı; arkadaşım (yanlışlıkla) perdeler açık iken soyunsaydı, ve adam izleseydi(ki izleyebilirdi) , karısı da bu sahneyi görseydi; kocamı ayartıyor bu üniversiteli kızlar diye rezillik çıkarmıştı çoktan, biliyorum yani...

Suç yine bizde yine bizde...

İyisi mi? ne biz! ne siz! Açılmasın canım o perdeler!

....
....
....

Yaşlı teyzelerin açıklığı da bir diğer sorun ;

Kural 1; Bir yaşlı teyze diğer yaşlı teyzeyle , apartman boşluğunda bağır çağır konuşuyor ise o kapı açılmamalı...

Alt komşum üst komşuma sesleniyordu, kuralı hatırlayıp bekledim bir süre teyze devam etti ''haticeeeeee , haticeeeee'' cevap olmayınca, (acelemde vardı) bu kuralı bir kenara bıraktım , koydum maket malzemelerimi kapının önüne, laptopumu aldım kapıyı kitliyordum ki, evet kaçamadım...

118 33 reklamlarını değiştirmek için o kumandaya ulaşamamak gibiydi; kapıyı hızlı bir şekilde açıp içeri giremedim ben..

Hatice teyze ''duydum du da(?) su tutuyordum, basurum azdı bu ara'' dedi. Sonrasını hatırlamıyorum...

Bütün gün gözümün önünde hatice teyze azmış olan basuru dolayısıyla su tuttu... (uykum da vardı her gözümü kapadığımda hatice teyze elinde lazımlık beni köşeye sıkıştırdı yemin ederim).

Günü nasıl bitirdim, ben biliyorum...

Yaşandı bitti demeyip ders çıkardım artık kurallarıma sımsıkı bağlıyım

YANİ...

Meclise 29, Reina'ya tünel , Karşı komşuya renkli bir boxer, Hatice teyzeye de balsur ilacı... LAZIM...

BENCE..

İnsan hissettiği yaştadır... Hımmmmm emin değilim ama KÜÇÜK hissediyorum..

Üniversiteye girdiğim yıla hatta orta okula başladığım zamana gidiyorum, sonra kabaca bir hesap yapıyorum biri 4 yıllık diğeri ise 11 yıllık bir zaman dilimini ifade ediyor , ortaokul neyse de üniversiteye başladığım günden beri tam 4 yıl geçtiğine ikna olamıyorum bir türlü,


4 yıl, 1460 gün 35040 saat... Tek kelime can buluyor zihnimde...


İMKANSIZ


Ben yaşamadım bu zamanı , yani olsa olsa 8,9 ay olsun hadi en fazla 1 yıl, 1,5 yıl, ama valla o kadar...

Koştura koştura bilgisayarı açıyorum, Yok! Tarih değişmemiş, gazetelere bakıyorum geri giden birşey yok!Yani elbette geri giden şeyler(!) var ama beklediğim başka bir geri gidiş, mecbur kabul ediyorum.


Zaman hızlı akıyor...!


Ne zor şeymiş zamanın geçmesi, durmaması en kötüsü bireyin bunu idrak etmesi; herkes biliyor da, alt beyine itiyor sanırım bu gerçeği, benim annem mesela ben onu bildim bileli 35 yaşında, bende 17 civarlarında takılıyorum, yukarısını kabul etmiyorum. Buna göre mi yaşıyorsunuz derseniz?! Hayır, ama zihnimizi buna göre şekillendiriyor olabiliriz.


Aslında küçüklükten başlayarak söylendi, bu bize de, hani bazı şeyler kolay kabullenilmiyor, öyle birşey bu da.

Aa geçti harbiden! demek gerkiyor demek ki. ''Yaşamazsam öğrenmem'' psikolojisi! (bkz. seçim, anketler, olmazlar, imkansızlar bal gibi ortada bir adet sonuç )


Yoksa James Barrie de o timsahın içine o tiktakları boşa koymadı yani, varolmayan ülkede bile zaman'ı düşman algılatarak birşey anlatmaya çalıştı mutlaka da. 10 yaşın da velet iken zaman diyince biri, 18 olsam haydi lilililli diye takılıyorsun tabi; Peter Pan ne yapsın...!


Hadi Peter Pan'de anlayamadın kızım d., lafa gelince sürrealist çalışmaları seviyorum. Freud bla bla, Andre Bretonda o şiirde bunu anlatıyor... Aslında Picasso....; şöyle böyle diye ahkam kes sonra Dali yırtına yırtına saat eritsin anlama ; nitekim anlamamıştım da...


Bugün de vahiy falan inmedi, sadece komşu teyze rap söyler bir üslubla ''hey d. seneye mezun oluyorsun ; hadi bakalım bundan sonra artık hayat daha da hızlanır'' dedi. Ta taaaaaaam; Vee! Peter Pan'miş Dali'ymiş hepsini yalan etti.


Belki çok ağırdı ama; şuan ''Zamanı içimde hissettim'' deyip ağzımı büzdüre büzdüre kafa sallıyorum; en kısa sürede en ağır şekilde farkındalık oluşumu bu etkiyi yapıyor olsa gerek...


Zamanı herkesin içinde hissetmesi dileklerimle..

20 Haziran 2011 Pazartesi

Üç yumurtayı kırdım önce portakal dilimledim ince ince, göz kararı da biraz süt kattım kalktım sana kek yaptım...

Suratsız bir kaptan, sevimli miçolar ve 4 gün boyunca soluganlardan kaçarak ne yaptım ben...

Eğlendim...

Çok sey öğrendim, çok şaşırdım, çok yandım,çok güldüm, çok yedim ne yaptıysam çok olmuş; ancak fark ettim.

Sorsalar, siyaset üzerine yapılan esprileri; apaci melodisiyle aynı potada eritmeyi tercih etmezdim, aseksüelitenin doruklarına ulaşmamı sağlayacak her muhabbete de kulak tıkardım ama bir yerden sonra iç iç iç iç .... şeklinde dolaştığımız sevimli yatımız da tüm bu durumlara karşı çok savunmasızdım,koruyamadım kendimi.

Kafam karışmış, o kadar meşrubat tüketiminden sonra; ana başlıklarım çok hata veriyor; aseksüelim ama spartacus gerçeği ortada, en az üç çocuk doğurucam adam haklı beyler, bronzlaşıcam çünkü yananı görür allah,  gencim güzelim seni üzerim hareketi bilinç altının dışa vurumu, bundan sonraki her seçimde oyum en yakışıklı başbakan adayına, kariyermiş okulmuş hepsi boş galiba, bol aş kaygısız baş derdine düşmeli , 34 beden olmam engelleniyor , nutella kavanozu dolapta ise geceler zindan geceler, yüksek lisans yapsam kendimle çelişir miyim, ne güzel şey baba parası yemek, tüm bu konular arasında git gellerdeyim, gittiğim ortada da sağlam dönerim inşallah.

Tüm bu karmaşanın arasında üniversitemin güzide(!) öğrenci işleri çalışanları sistemimi kilitleyince erken İstanbul ŞOK 'u yaşadım.

Otomasyona teşekkür..

Herşeyi aşmak sizinle kolay beyler...

p.s Sevgili B. güneşte kalınca sarardım canım, al başına belayı okadar söyledin oldu sonunda. Bu gerçekle yaşa da gör! Ben sana kırk defa söylersen olur demedim mi... Üzerine öküz oturmuş gibi hissedersin tabii hakettin bunu...

Hiç korkmadım da, beklemek... O yordu!

Ben bir hayal yarattım ama içi dolmadı...


Siz de hiç gerçek olan birine, hayalinizde özellik yüklemesi yaparak sonunda hayal kırıklığı yaşadınız mı?


Evet çok saçma, yüklemeseydik yani değil mi? Ortada  o özelliklere sahip olduğunu idda eden hatta belki o özelliklere sahip olmayı isteyen kimse yok iken, eklemek. Yalnızca ekleyenin sorunu bu...


Hayaldeki artılar bir noktaya geldiğinde elbette eksiye dönüşecek kim superman sonuçta değil mi ki? Birde sormak lazım superman'e layık mıyız ki?


Kör satıcının kör alıcısı olur derler, ben tutturdum yeşil olan olsun diye, neden bile yok.. Yeşil de yeşil! E aldım(!) sonunda yeşili sarı olarak. Suçlu satan değil belki o bile elindeki sarıyı yeşil sanıyordu değil mi ama?


Bu körlük geçici diil ne yazık ki! Geçici diye bekledim bekledim birde baktım bekleyecek birşey yok kimse bana geçici de dememişti üstelik geçici olduğunuda hayal etmişim demek ki artı artı üzerine eklerken.


Yeşil , sarı bir tarafa siyah var asıl... Siyah perdenin arkasında olanı hiç görmedim ben, belki çıkacak olan da yeşil değil kırmızı,pembe,sarı,mor, mavi hiçbiri değil. Bana siyah verip bak bu mor derlerse körüm işte nasıl ayırt edicem ki.


''Bak d. bu mor...''


Sahi körler renkleri hissedebilir mi ki acaba? Hep kör birine renkleri anlatmayı hayal ettim, tek tek renkleri değil, renk kelimesini anlatmayı bile beceremedim. Simdi bana  da anlatılsın istiyorum, ben anlatamamışken başkasının anlatmasını beklemek...


Ben körsem ve bu elimdeki yeşil değil sarı ise bile ve siyah perde de sadece his ise; arkasını merak etmiyorum. Sarı 'yı zamanla yeşile boyayabilirim ben. Bu; arkasından ne çıkacağını bilmediğin bir perdenin açılmasını ve arkasından doğru rengin çıkmasını beklmekten, istemekten daha kolay, hatta belki daha doğru.


Daha ''Güvenli'' olması umrumda değil, öyle bir derdim yok çünkü...


Sonuç ben bu sarıyı yeşile boyamaya karar verdim, perde , arkasındaki renk , oyun ve o oyun nerde oynanıyor umrumda! (değil)(!)


Ama üzerine yazdığım biçimiyle hatırlamak ... bir alışkanlık bende... Bir de sen sevmiştin, akıcı(!) olmuştur umarım...


Kolay gelsin...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Gereken; hamle sayısını tamamlamak ise neden pes edeyim?

Her yenilikten korkuyorum ben...


Her başlangıç bir gerginlik...


Öss'de bile ilk soruyu beklemedim mi rahatlamak için, yarış atı gibi hissediyorum kendimi, hırslarımı sevmiyorum, bazen yalnızca gitsinler ve dönmesinler istiyorum...


Yenilik bilinmezliği de getiriyor ya beraberinde belki onun korkusudur bu...


Eski iyidir...


Oyun oynamayı çok severdim. Kendi kendime oynuyordum. hesaba katmadığım bu hayatta tek başıma olmadığımdı galiba...Hayatıma giren insanlarıda kendi oyunuma dahil ettim, en iyi oyun arkadaşımı da böyle kaybettim...


9 yaşımda başladığım bir oyunun son piyonunu düşünmeden kaleye çevirerek büyük bir hata yaptığımı farketmek için 20 yaşıma girdim, geç kaldım...


Sahi geç diye bir şey yok ki hayatta...


Her geç'i bir yeniyle alt edebilirim sanıyorum...


Eğer bir piyonum daha var ise ,ki nefes alıyor isem var demektir, onu son kareye getirdiğimde istediğim taşı alabiliyordum; değil mi? Vezir ,şah yada kaleyi değil... Kendi piyonumu istiyorum...


Öyleyse..


Son piyonla, istediğim piyonu kazanmak üzere oynayacağım, nasıl olucak hiç bilmiyorum.


Sonra o piyona piyon olarak çok değerli olduğunu anlatmalıyım, kale yada fil olmak istememeli.


Benim en değerli taşım, olarak kalmalı, aynı oyunu oynamamalıyım onunla, şimdi kaybedilmişler arasında bile olsa o hala benim en değerli taşım. Hiç kaleye çevirmemeliydim onu...


Hep kalmalıydı...

14 Haziran 2011 Salı

Hala düz kontak yapabilir(im) miyim...?

Babannemin mahallesi, şehrin eski insanlarının oturduğu mahallerden biri (eski insan(!) ,sıfat tamlamam ne acaip?!)

Ben küçük bir serseriydim, ilkokul dörde kadar... Düz kontak yapmayı bile öğrendim, sol açık oynardım, en uzağa tükürürdüm.(En uzağa işemeyi hiç denemedim, serseri , evet ama aptal değildim)

Mavi bir kotum bir de mavi t-shirtüm vardı, kimse öldür allah başka birşey giydiremezdi bana, giymezdim.

İddaya girdim kolumu kırdım, yarılmamış biryerim de yoktu benim.

İlkokulda babannemin mahallesinde akşam ezanı eve giriş zilimdi. Bazen geç okunsa hatta okunmasa(!) diye dua(!) ederdim.(ne ironik!)

8 yaşımdaydım mahallenin serseri çocuklarından birine aşıktım, 11 yaşında acaip esmer bir çocuktu, ama herkesi korkuturdu... En çok herkesin ondan korkmasını ama benim ona istediğim gibi şımarıklık yapabilmemi severdim galiba. O da beni severdi bence, roller skate yarışı yapmıştık bir kere yokuşun tepesinde düşmüştüm, babanneme kadar taşımıştı beni, ağlamamak için zorlamıştım kendimi(yarı erkek yarı kız bir şeydim ben) kapımın önünde beklemişti. Hatta ağlamıştı canım acıdı diye benim için ilk ağlayan erkekti...

O mahalleden iki de kız arkadaşım vardı, boyları kadar çocukları varmış. ben ilk okul 3'te iken onlar 5. sınıftı. Evlendiler.(Şakacıktan değil, kızlar gercekten evlendi mahalleli ağzıyla kocaya kaçtı.)

İlkokul 3 ten sonra babannemde kalsam bile eskisi kadar çıkmamaya başladım sokağa.

Koptum..

Sonra 10 yaşımda koleje geçtim böyle inek birşey oldum bir haller oldu bana, ne oldu nasıl oldu bende bilmiyorum. Bir daha o çocugu da görmedim... Hapse girmiş çıkmış... Ne acaip yahu 9 yaşımda ayrılmış hayatlarımız.(9 yaşımda bıraksalar evlenirdim ben onunla , akşam sabah futbol oynar, roller skate yarışı yapardık yada benim hayalim bu olurdu...)

İnsan hayatında 10 yıl çok şey... Bazen de hiçbir şey...

Hepsini özledim desem yalan olur. özleyecek kadar tanımadım hiç, kendimi bilmediğim bir zamanda anılar edinmişim sayelerinde...

Arada düşünüyorum nerdeler, ne yapıyorlar, hiç düşünüyorlar mı onlarda beni...

Kum torbası...

Koşuyorum ama yorgunum, niye bağladım bu kum torbalarını diye ayaklarıma bakıyorum, anımsadım; daha güçlü olmak için bağlamıştım.

Hayır, yalan attım , ben bağlamamıştım gerçekte onları.

O bağladı, ben söktüm; ama hala yorgunum...

Tekmelerim daha sert artık, onlarla koşmaya alıştığımdan, olmadıklarında daha hızlı koşuyorum...

Ama yara izlerim duruyor... İlk zamanlar çok düştüm onlarla koşmaya çalışırken, hep yaralanmışım farketmemiştim... Söktüm, kum torbalarımı ,yoklar! Ama yaralar... Onlar hala var... Sadece izleri bile olsa ben yerlerini biliyorum.

Bak!! Sende gör! Yok kum torbaları, endişelenme artık...

Bacaklarım, daha güçlü ama daha çirkinler... Zamanla düzelirler dimi...?

Eskisi gibi olsunlar istemiyorum elbette ama düzelirler...
Dimi?

Gidicem ve gelicem... Her döndüğümde biraz daha biz olucaz, daha fazla biz, daha fazla, daha fazla...

Hadi uyu ve endişelenme , inan sen bana üzülmesen hiç bir kaybım yoktu benim.

Yarı kapalı yarı açık gözlerin... Uyudun ama,hissediyorum, hala endişelisin..

Endişeli nefes alışverişin.

Böyle ol istemiyorum...

İnan bana...

Bak onlar DAHA GÜÇLÜLER...

Ben DAHA İYİYİM...

p.s  Hep bana diyorsun ki benimle ilgili hep şakalı , zıpzıplı şeyler yazıyorsun=) E, seninle çok eğleniyorum da ondan sanırım, bir de o kadar az insan kaldırıyor ki şaka... Al madem, öyle istedin bende öyle yaptım, sana yazdım... Ciddi yazdım, şaka ve zıpzıp yok bu kez... Ciddiyetin dozu kaçtı galiba biraz, belki de henüz doz tutturacak kadar büyümemişimdir... Seni seviyorum...

11 Haziran 2011 Cumartesi

Şarap şişesinde balık olsam, dalsam, çıksam ya da sadece kahkaha atsam...

Her gün yeni bir şeyler öğreniyor insan kendine yeni vasıflar ekliyor. Deneyerek, pek çok şey kazanıyor , kaybediyor, ama tekrar denemek için düşse de kalkıyor.

Bütün hayat , amaçlar tek bir şeye odaklı; Mutluluk...

Sahi çok mu zor mutlu olmak, zor olan sürekliliğini sağlamak sanırım...

Mutluluk üzerine bir hikaye okumuştum. Didaktik bir amaçla yazılmıştı. (Mesnevi'de okumuştum diye hatırlıyorum, ancak belki başka bir

yerde okumuş da olabilirim.)

''Bir kral , mutluluğun sırrını öğrenmek isteyen oğlunu, uzak ülkelerden birinde yaşayan, bir alimin yanına gönderir.

Oğlan gider alimin bulunduğu yere ve ona mutluluğun sırrını öğrenmek istediğini söyler. Adam peki der, ama önce; genç bir şey yapmalıdır.

Alim, bir çay kaşığının içine bir damla zeytin yağı damlatır, ve gençten gidip bütün evini dolaşmasını, duvardaki tabloları, mobilyaları incelemesini ve sonra yanına gelip , neler gördüğünü ona anlatmasını ister. Ancak genç adam bunu yaparken çay kaşığını elinde tutacak, ve o bir damla zeytin yağını dökmeyecektir.

Genç adam gider bütün evi dolaşır ve geri gelir, çay kaşığının içindeki damla hala dökülmemiştir. Alim genç adama neler gördüğünü en çok neyi beğendiğini sorar ancak genç adam , cevap veremez çünkü bir damla zeytin yağına öyle konsantre olmuş dökmemek için öyle uğraşmıştır ki, böylesine onu dökmemeye odaklanmışken evi inceleyememiştir.

Bunun üzerine alim kaşığı tekrar adama verir ve yine zeytin yağını dökmeden gelmesini ancak bu kez evide incelemesini ister.

Genç adam gider evi gezer,duvardaki tabloların ne kadar güzel olduğunu, mobilyalarda ne kadar ince bir işçilik olduğunu farkeder eve hayran kalır. Bir önceki gezintisinde bunları nasıl farkedememiş olduğuna inanamayarak alimin yanına gider.

Anlatmaya başlar, alim sözünü kesmeden, gencin heyecanla tüm detayları anlatmasını bekler, sonra gülümser ve çay kaşığını işaret eder.

Genç adam çay kaşığını tümüyle unutmuştur, zeytin yağı da elbette dökülmüştür.

Alim genç adama döner ve '' mutluluk , güzellikleri farketmeyi ve hissetmeyi ertelememek ancak bunu yaparken kaşıktaki bir gram yağdan olmamakla mümkün'' der.

Mutluluğu elde etmek pek kolay görünmedi gözüme bu öyküyü okuduktan sonra...

Güzellikleri farketmek nispeten kolay olsa da aldanmamak ve bir damla yağdan olmamak zor.

Galiba...

Belki de değildir , belki tek yapmamız gereken önce ne istediğimizi farketmek, ve karar vermek sonrada onu nasıl isteyeceğimizi bilmektir...

Ben liste yapmaya başladım bile..

Başlamak bitirmenin yarısı demişti biri hatırlıyorum.














10 Haziran 2011 Cuma

İstedim de vermedi henüz...

Ben bu bloğu açtım iyi güzel de nasıl görünüyorsam artık bunu açtım açalı bir güzin abla oldum, sormayın gitsin.

Derdi olan bende, hayır bazıları geliyor benim sevgilim şunu yaptı, hadi bir yazı da şuna yazalım mı bile diyor.

Senin sevgilin aşağı kasımpaşa dolaylarında takılıyorsa ben ne desem boş...

Anlatamıyorum...

Bu arada...

Tamam ben dua ettim bir kaç Spartalı, bir Mehmet Günsür... istedim de, oldu gibi mi görünüyor ordan? Anlayamadım.

Bakın ne Mehmet var ortada ne Spartacus, yemin ediyorum inmediler şimdilik. İstedim de oldu olsa tamam ama yok yani dilek ağacı gibi davranmayın bana.

Banada şunu istesen diyenler azımsanmayacak sayıya ulaştı, hurafeciler neden bukadar yaygın böylece gayet iyi anladım.

1000tl Mehmet Günsür, Spartacus başına 750 TL Engin Altan 200TL .... diye fiyat listesi yapasım var. (Engin daha da yüzüme bakmaz bu fiyatlardan sonra, belki bakıcaktı çocuk! İnsan ne yapıyorsa kendine yapıyor ya!! )

KELİMEler YETse

Bir film izledim, bir yıl önce çekilmiş, yayımlanmamış henüz, yayımlanacak mutlaka bir gün.

Doğru zamanı beklemede..

İzleseniz ne uçuk kurgulamışlar dersiniz... Ben izledim başta bende öyle demiştim...

Birkaç kişi var tanıdığım. Senaryosu, çok ağır oyuncu tükenmiş ama çok deneyim kazandırmış bu film ona... kendinden çok şey eklemiş filme dedi.

İki kişi var; filmi onlara tavsiye etmemi hiç haketmedi.

...

...

...



Birileri okuyup kız ne kugulamış, derlerdi.

Belki bir kaç kişi ''Ya doğruysa belki de kurgu değildir!'' derdi...

Birileri ''Ya sonra??'' derdi...

Birileri ben biliyorum bu hikayeyi derdi. (Bazıları keşke bilmeseydi!)

Hikayem elimde ,hala yarım, bitiremiyorum...

En çok beni yordu bu nefret...

Sevmemek nedir biliyorum, bir sürü insanı çok sevdiğim gibi sevmediğim insanda çok, ancak hiç nefret etmemiştim ben kimseden, yada nefreti tanıyınca anladım , hiç etmemişim...

Her insan mutlaka aldatılmıştır bir kere...

Yanıltılmıştır mutlaka..

İçimde, çokca kin ve nefret vardı, çok yoruyor insanı.

Ben duygusal ilşkilerimde aldatılmadım, en azından ben öyle biliyorum, ama yanıldığım ,beni yanıltan dostum sandığım bir arkadaşım oldu, nefret en çok bulunduğu bünyeyi yoruyormuş, en çok onu acıtıyormuş, sayesinde öğrendim...

Bu nefrete bir yıl dayandım çok yordu beni... Mutsuz etti...

Kendim için(!) nefret etmemeye başladım, nefret duygusunu sildim , nefret ederek yorulmak istemiyorum ben...

1 Haziran 2011 Çarşamba

''Parla'' Eğer inanırsa her insan parlar...

Güneşin her gün bizim için doğduğunu unutuyoruz, haksızlık ediyoruz...

Bu mucizeye kaçımız teşekkür ediyor?

Kaybetmeden değerini anlayamadığım onca şey üzerine düşündüm bugün... Elimde olduğunda yalnızca olması gereken sandığım pek çok şey varmış... Farkettim ki onlar için bile teşekkür etmemişim.

Çıkarıp bir kenara koymuyorum onları, geçmişle yaşamamayı kısa süre önce öğrendim ben, en çabuk şekilde hemde. Delirmeye yaklaşmışken son anda sıyırmak öyle bir şey... Geçmişle yaşamamayı öğreniyor insan... Hayır! Geçmişi reddetmiyorum, öylece silkelemiyorum, tozunu alıp rafa da kaldırmıyorum... Tek tek özenle seçtim saklamam gerekenleri, gerisini, bıraktım.. İtmedim,örselemedim, silkelemedim yalnızca durgun suya bir tahta parçası bırakır gibi, bıraktım...


Öğrenemediklerim de var elbette bazen yaşayarak bile öğrenemiyor insan...

Yarın bu yılın 2. günü, hayatımın bundan sonrasının ilk günü...


Hayat 0 , ben 1 im demek değil bu, maç yapmıyorum, hayatta ,bende... Hikayenin sonu hep olamasada, çokca iyi bitsin istiyorum...

Hayatımda benimle birlikte parlasın... Sanırım bunu istiyorum...

Gözlerimi kapatıp yalnızca parladığımı düşünmek kolay..


Kendimize ''PARLA'' dediğimiz de gerçekten de parlıyoruz bence...

Bir karar aldım yarın sabah penceremi açıcam ve güneşe teşekkür edicem, yarın güneş, benim için doğuyor olacak, ve en kalabalık en gürültülü yerde gözlerimi kapatıp ''parla!'' diyeceğim kendime...

Bu güne dek ne yaptıysam , kendime yaptım; ekledim, çıkardım, üzdüm, üzüldüm, kırdım ,kırıldım... Haziran da başlıyor demiştim bu yıl benim için ilk günümde huzurluyum , 2. günümde de çok mutlu uyanıcam...

Siz de parlamayı deneyin , belki bir gün yolda geçerken biribirimizi görüp , nasıl da parlıyor deriz...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Hayallerimin adamı, söylediklerime inandı mı?

Babam bir ara evlenmemem konusunda baskı yapıyordu, ''tamam babacım diyordum erken evlenmeyeceğim'', sonra kem küm etti ''30 umdan önce evlenmeyeceğim'' dedim, Bir baktım ipin ucu kaçmış babam 40 'ı yakalamak peşinde.

Hıhı! dedim mutlu olsun diye, son cümlesi 30 'dan önce erkek arkadaş istemem oldu.

Ne denir şimdi buna? Babacım geç kaldın desem üzülücek, ''yok baba asla 30 dan önce! Xy algım kapalı'' desem ben kendimi dalga geçiyormuş gibi hissedicem.

Ama yinede kendi hislerimi bir kenara bıratım. '' Haklısın babacım 30 dan önce erkek arkadaş için çok erken'' dedim.(saygısız bir çocuk değilim yemin ederim dalga geçmek de değil niyetim, ama babamın bütün aksam masa da surat asmasına gönlüm el vermedi)

İnandı mı bilmiyorum ama bir mutluluk haline girdi görmeniz gerek... Bütün gece şen kahkahalar attık, ben biraz suçluluk hissetmedim değil...


Babama not:

Babacım kabul edelim, 30 dan öncesi erkek arkadaş için çok da erken değil , hadi gel makul bir nokta da anlaşalım... Böyle ikimizde komik oluyoruz... Senin 30'undan önce kız arkadaşın olmadı mı canım?? (Bu bir soru değil bu arada, yaşımdan yaşını çıkarıcak kadar matematiğim var! Yani..)

Babannem flörte karşı... Ben hayallerindeki torun..

Yeni nesil çok acaip derler, külliyen yalan!

Acaip olan eski nesil! Gerçekten ama!

Onların yaşına gelince , onlar gibi olmam yani eminim,şansımı zorlamam ben...

Babannem mesela, duymak istediğini duyar hep , görmek istediği gibi görür... Geçen gün bana gelmişlerdi birlikte , o çok seviyor diye ''Deniz Yıldızı'' diye bir dizi var (bende ozaman duydum) oturduk hem muhabbet ediyoruz, hem onu izliyoruz.

Mırıl mırıl birşeyler söyleniyor,dedim ki ''Ne oldu babanne ne söyleniosun?'' ''Şu kıvırcık saçlı kız var ya'' dedi , ''ee babanne'' dedim, ''O herkesle öpüşüyor kızım, hiç hoşuma gitmiyor benim o kız.''dedi. Bende güldüm ''haklısın babanne'' dedim.

Durdu durdu , ''Sen onla bunla öpüşmüyorsun dimi kızım'' dedi.
''Yok babannecim'' dedim.

Sonra biraz daha durdu belli, bir sıkıntısı var, ''Sen geceleri falan erkeklerle dışarıda çıkmıyorsun dimi kızım'' dedi.
''Yok babannecim çıkmıyorum'' dedim.

''Tek başına da çıkmıyorsun dimi kızım, arkadaşlarınla çıkacağın zaman topluca çıkıyorsunuz gündüzleri'' dedi.
''Evet babannecim öyle yapıyoruz'' dedim.

''Öyle el ele falan da tutuşmuyorsun dimi, şimdiki gençler yolda sarmaş dolaş yürüyor bizim zamanımızda.....''
''Yok, ele ele de tutuşmuyorum'' dedim.

Sonra artık dayanamadım, ''bakışmıyorum bile babanne'' , ''hatta direk cümle de kurmuyorum konuşacağım zaman ben yanımdaki arkadaşa söylüyorum o iletiyor'' dedim.

Başta hoşuna gitti gibi oldu, sonra surat buruşturdu ''Aferim , sen benimle dalga mı geçiyorsun'' dedi.

E! yani dedim , biryere kadar tamam da ben hı, dedikçe sen eşeğin kulağına suyu kaçırdın.(düzeltmeyin o cümle böyle mutlu!).

Kısaca , yahu biz çocuklar elimizden geleni yapıyoruz mutlu etmek için sizleri! Sizde oh hadi şunda tuttu,istediğimi duydum, bunu da araya sıkıştırıveriyim demeyin. Karşılıklı bir adım atalım olmaz mı?

Babannem için;
Babannecim seni çok çok çok seviyorum birtanesin sen... Ben bu yazıyı komiklik olsun diye yazdım, sen bunu okursun şimdi, ben gerçekten de , el ele tutuşup gezmiyorum bile, geceleri de uslu uslu bloğuma yeni saçmalıklar ekliyorum,senin öğrettiğin gibi kıyafet kesip biçiyorum kısaca hayallerindeki torunum!!

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Bu bir delilik hali vol2

Şimdi bir kombinler dizisi hazırlıyorum yatıp kalkıp onu düşünüyorum, her sabah uyandığımda bir parçanın diğer parçaya ne kadar uygun olduğu üzerine düşüncelerle kalkıyorum yataktan. Yatarken yine hangi parçaları hangi parçalarla kombine etsem diye düşünüp uyuyorum. Saplantı, takıntı oldu. Bu kombinasyonları olabilecek en iyi hale sokmak istiyorum... Maket yap, giyin , soyun, kes, dik, not oku, finale gir, jüriye çık, pozu hayal et, bu kıyafete hangi hikaye olsun, Sinan mimarisinde çatıların temel özellikleri, şu binanın sirkülasyon sistemide çözülmedi gitti, bu elbiseye hangi ayakkabı gider, bu çirkin oldu, bu çok güzel, şu çantaya aşık oldum , bu evin çatısı sakil amaaaan tam delirdim ya!! Ama keyifli bir yolculuk bu... (Kavaklıdere tatlı sert eşilik ediyor arada bana... ''Mehmet Yalçın'a sevgi ve teşekkürlerimle'')

Masamın üzerinde, 1/200 arazi maketim, pudra rengi 13 punt topuklu ayakkabılar ,kordelalarla fantezilerime kurban ettğim mercan rengi mini elbise, maket kartonlarım ve sketch book'um duruyor.. Yerde iğne iplik ve şallara, plan kesit paftalarım ve Architect Sinan notlarım eşlik ediyor...

Kerem sözümü tutuyorum, bak koleksiyonum yetişsin diye ne haldeyim... (ne kadar istediğim çok açık değil mi???)

Babacım yarım dönem dondurmama rağmen okulumu zamanında bitirmek için uyumuyorum bazen... 120 kredim bittiğinde tutman gereken bir sözün vardı unutma lütfen, seni seviyorum..(bu arada 117 de olsa olmaz mııı??)

Sevgilerimle... D.B

Ukalaysam suçum ne!

Bu kulaklar bunu da duydu sonunda, bir de duyduğum kişiyi görün, yakın arkadaşlarımdan birinin erkek arkadaşı.Ben oyle insan ayırmayı hakikatten sevmem ama bunu görseniz sümüğünüzü sürmezsiniz o derece(pucca'ya teşekkür=)) .Benim canım arkadaşım(yemin ederim benim arkadaşım diye demiyorum candır birtanedir akıllıdır, zekidir, güzeldir, bulunmaz hint kumaşıdır). Gitmiş xy kromozomunu almış ama evrimde homo erectus'da kalmış bir varlığa aşık olmuş. Tamam o yaptı bir hata (müdahale etseydin yazacağına diyenler haklısınız!!) ama yapamadım, her nekadar bir çeşit odun(!)kalas(!)vasıfsızlık abidesi varlık(!) , bile olsa arkadaşımın sevgilisidir diyip bağrıma bastım.

Abuk davranışlar ve saygısızlığın bini bir para, vazgeç kızım elini sallasan bin beşyüzü diyoruz , yok! Üzülüyorsun değmez, diyoruz! Hergün ağlıyorsun, adam adi yahu! zamanına yazık diyoruz, yok yok yok! Adam bizim kıza Brad Pitt yakışıklılığında, Einstein zekasında, Can Yücel kıvamında hatta R.T.E karizmasında; gözü görmüyor hatunun. Mehmet Günsür gelse yok diyecek yani o derece...! Neyse sonuç olmadı! Etkisiz kaldık biz.. En sonunda önümde birbirlerine girene kadar bende klasik kız tarafıydım anlaşılacağı üzere.

Ama bu cümle beni benden aldı artık...

Ben diyorum ki öyle ukalalık doğuştan falan gelmiyor, öyle kendi kendine falan da olmuyor. İnsan ukala; yapılıyor. Ciddiyim , zorla ukala yapılıyor. Yani hani öyle çok iltifata mazhar oluyor sanmayın ; hakettiğinden fazla ilgi gören her hiçbir vasıfı olmayan(!) varlık öyle oluyor. Hatta vasıfsızlığından ötürü ukala davranayım bari bir vasıfım var da ondan ukalayım zannetsinler diye ukala oluyor birçoğu. (istisnalar ne yazık ki kaideyi bozmaz) (odunluğu ukalalık yada cool(!)'luk olarak adlandıran bilimum genç lütfen üzerinize alınmayın)

ŞİMDİ, DÜN SUSMAM DAHA UYGUNDU! ANCAK BUGÜN ,ARKADAŞIMI GÖRDÜKÇE ANLADIM Kİ SÖYLEMEK İSTEDİĞİM BİRŞEYLER VAR..

''Bak güzel kardeşim, ilk olarak hala liseden kalmış o odun davranışlarınla değil daha cool yada çekici olmak(!) zaten mevcut olmayan(!) potansiyelinin bile çok gerisindesin! Üstelik , kendini sandığın şey inan bana değilsin! Hoş, bunun mahtemelen zaten farkındasın da! Birşey miş(!) gibi davrandığında , gerçekten çok zorlama duruyor bilesin! Söylediğin sözlerle zaten her nekadar kaliteni belli etmiş olsan ve özür dilememe acizliğinde bile olsan , umarım birgün sende değişirsin. Ve son olarak evet o cici kız senin peşinde şu üç günde hayatında kimse için çabalamadığı kadar çabaladı ama bu sen birşey(!) olduğun için değil o seni birşey sandığı içindi! farkına var! En azından korkak değil senden daha cesaretli davranmış olan insana saygı duy. Duygusuzca dik durmuş görünmektense(ki sadece görünmek mesele) duyguları için savaşmış olmanın değerini anlarsın umarım! Ama bunun için önce o aşağılık kompleksini bir kenara bırakman, hayat boyu değil de arada bir duygu karmaşasına düştüğünde sürünüyor olman gerek.''

Sevgilerimle...

D.B


Şey gibi işte... böyle DKNY’nin vitrinlerine bakıp bakıp iç geçirdikten sonra, kalkıp aynısı pazarda var diyerek 5 TL’ye aldığın penyeler. Kimisi iyi çıkıyor da, bu sefer yanılmıştı arkadaşım.. (Pucca'dan da biraz destek..)

20 Mayıs 2011 Cuma

Kim bu D.B?

SON DAKİKA!!!!!

D.B yine gözaltında!
Son dönemde yakınen tanıdığımız D.B, dengesiz davranışları yüzünden yine göz altına alındı...

Daha önce kadınları örgütlemek ve galyana getirmek yüzünden göz altına alınan D.B bu kez de ''haydi kızlar topluca terkedelim'' hareketini provoke etmekle suçlanıyor! Daha önceki cezası premenstural sendrom nedeni ile hafifletilen D.B 'nin bu kez, ne ceza alacağı merak konusu. Konuyla ilgili emniyet güçleri bir açıklama yapmazken D.B 'nin yarın makemeye çıkarılması bekleniyor.

D.B 'den ŞOK eden açıklama!
Kimse bir şey yapamaz AKP'den istanbul 3. bölge adayıyım!

D.B'nin açıklamasıyla herkes şok oldu, Ak partiden istanbul 3. bölge milletvekili adayı olduğunu açıklayan D.B , kimse bir şey yapamaz yakında dokunulmaz olucam diyerek herkese meydan okudu. Açıklama karşısında kamuoyundan bir kesim D.B'yi ciddiye almazken bazılarının kafasında acaba mı sorusu oluştu. Son gelişmelerle birlikte halk merak içinde AKP yöneticilerinin açıklama yapmasını bekliyor.

Başbakandan ŞOK eden açıklama!
D.B 'nin dedikleri doğrudur.

Başbakanın açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Haber kısa sürede kulaktan kulağa yayıldı. Parti tabanının bu durum karşısında ne tepki vereceği merak ediliyor. Halen daha gözaltında tutulan D.B 'nin bu açıklama sonrası ne şekilde bir tavır sergileyeceği de bir diğer merak konusu. İstanbul Emniyetinden henüz konuya ilişkin bir açıklama gelmedi.

Kulisler, çalkalanıyor! D.B serbest bırakıldı!
Mecliste D.B'ye dair çeşitli dedikodular kulaktan kulağa aktarılmaya şimdiden başladı.

Henüz milletvekilliği kesinleşmeden mecliste adından çokça söz edilmeye başlayan D.B bunu duyanlara bir de kesinleşse ne olacak dedirtti. Kulislerde meclisin bundan sonra hiç bir zaman eskisi gibi olamayacağı konuşuluyor.

D.B'nin serbest kaldıktan sonra, herhangi bir açıklama yapmaksızın Arnavutköydeki evinin yolunu tuttuğu söylendi.

Ak Parti tabanı tepkili
''Böylede kıyılara inmek olmazki''

D.B 'nin partiye dahil olduğunun açıklanmasının ardından Ak Parti tabanından bitmek tükenmek bilmeyen tepkiler geliyor. Tabanı tarafından kıyılara inme politikası hunharca eleştirilen akp'ye protestolar gün boyu sürdü. Bir grup vatandaş Akp genel merkezi önünde toplandı. '' Böyle kıyılara inmek, kendinden vermek'', '' kıyıları boş ver tabanına ses ver'' , '' dağdaki çoban tercihimiz D.B'yi istemeyiz'' sloganları atarak tepkilerini dile getiren vatandaşlar bir süre sonra dağıldı.

Nimet Çubukçu ne dedi?
Partisinin kurucu üyelerinden biri olan Nimet Çubukçu'nun pabucu damda ne arıyor?

Son aldığımız haberlere göre Nimet hanım depresyonda imiş! Odasına kimseyi almadığı ve tırnaklarını yediği söylenen Nimet hanım yaklaşık 3 gündür odasından çıkmıyormuş. Yemek yemeyi kabul etmeyen ve odasında sürekli İsmail Y.K 'nın çıtır çıtır beni ye şarkısını dinleyen milli eğitim bakanı nın kendisini kriptografi'ye vererek sakinleşmeye ve normale dönmeye çalıştığı söyleniyor.

D.B'den açıklama...
Tayyip bey'e layık olacağım, hedef 2023

Parti tabanının tepkilerine anlam veremediğini söyleyerek sözlerine başlayan D.B, sorun sarışın olmam ise saçımı bile boyatırım dedi. Tabanına ve partisine yaraşır bir şekilde davranacağına söyleyen D.B hedeflerinin 2023 olduğunu ve Nimet Çubuk'çunun yerinde gözü olmadığını sözlerine ekledi. Tayyip bey hakkında ne düşünüyorsunuz sorusu üzerine başbakanımız çok karizmatik bir adam diyerek karşılık veren D.B ben sadece amblemdeki sarı ampülü sevmiyorum , renk bence pembe olmalı dedi. Mimar olması dolayısıyla gazetecilerin çılgın proje sorularını yanıtlayan D.B şahsen Başbakanım istesin 3. bogazda 4. boğazda açılır, pis insanlar gitsinler başka şehirlerde yaşasınlar, sulukule de kentsel dönüşüm oldu da iyi olmadı mı şimdi? dedi.Kendini affettirmek için olsa gerek yer değiştirmek zorunda kalıcak kimselere proje çizme vaadinde de bulunan D.B ''Nasıl olsa Türkiye'de binaların strüktürünü çözmek mesele değil bir yaparız, yıkılırsa ,farklı bir strüktür çözümüne gideriz bunlar büyütülecek meseleler değil onlara da yaşanacak bir yer çizeriz elbet'' dedi.

Nimet Çubukçu sonunda odasından çıktı!
Onun da dili sürçtü!!

Yelloz hanım partimize hoş gelmiştir. Diyip ardından pardon Didem hanım dicektim seçim dönemi yorgunluğu dilim sürçtü sözleriyle konuşmaya başlayan Nimet Çubukçu, bu konu hakkında konuşmak istemediğini kendisinin D.B'yi şahsen tanımadığını yakın zamanda tanıştırılacaklarını, son dönemde kendi şahsi bakımına zaman ayırmak istediğini bu yüzden evden çok çıkmadığını söyledi. Konuşma sırasında kaş ve bıyıkları onu yalanlar nitelikte olsa da gazeticilerin ısrarlı sorularına rağmen, teşekkür edip makam arabasına bindi.


D.B den yelloz sıfatına yanıt.


Kendisine yelloz diyen Nimet hanıma herhangi bir kızgınlığının olmadığını kendisinin son derce soğuk kanlı ve insanların düşüncelerine saygılı bir birey olduğunu söyleyen D.B dildir sürçer kesinlikle(!) dil sürçmesinin bilinç altının dışarı yansıması olduğuna(!) inanmıyorum dedi.


Başbakan'dan tabanına sesleniş: Sevgili tabanımız az sabretsin, o da yola gelecek.


Ağaoğlunun yaptım olacak reklamlarından etkilenmiş olsa gerek başbakan bugün öğlen saatlerinde tabanına seçim meydanından seslendi: sabırlı olsunlar D.B tam bize göre, azıcık değişmesi gereken tarafları yok değil ama hepimiz bir miktar(!) değişmedik mi. O da zamanla parti sistemimize adapte olacak ve size layık olmak için çabalayacaktır emin olunuz. Ben seçtim olacak dedi!




Gelişmeleri merakla bekliyoruz... Takipte kalın!








Evli ve çocuklu bir adam böyle olmamalı olmasın...

Aşk Tesadüfleri Sever'e gittim. Kimse laf söylemesin hiç! Gayet de güzel bir filmdi. Ben sonunda hüngür şakır ağladım şahsen.(belki duygusal bir dönemime denk gelmesiyle ilgilidir biraz da ama hatice netice davalarında netice demişlerdi mühim olan, o halde ağladım.) .

Herneyse, zaten merak edenler gider izler, o yüzden konusu böyle, müzikleri şöyle demeyeceğim. Başka büyük sorunlarım oldu bu film vizyona girdikten sonra..

Bu Mehmet Günsür ceza..

Şahsen bana ceza yani..

Film arasında çıktık suratım beş karış, annem dedi ki ne oldu beğenmedin mi filmi? Yok dedim beğendim de... Kem küm..

Yani anlamıyorum ben, allahım madem, bu adamı yarattın neden bukadar yakışıklı yarattın? Hadi bu kadar yakışıklı yarattın niye bir adet yarattın? Hadi diyelim ki bir de bir adet yarattın peki niye kamuya açmadın da evlendirdin? Bari kamuya açsaydın ,olamaz mıydı, bukadarını haketmedik mi??

Bu kadarı azap! Ciddiyim! Göze , duygulara, tüm xx'lere azap... Acımasızlık...

Eşitlik istiyorum yahu...

Evli ve çocuklu bir adam böyle olmamalı olmasın...

Sonra hiç ahlaki bulmamama karşın ben de sorguluyorum '' Kalede kaleci var diye gol atılmaz mı yani?'' Çok çirkin çok, Mehmet Günsür toplumun ahlakını bozuyor, RTÜK asıl ona yasak koymalı...

BENCE...

Bir yerde bir hata var...

Hayatında toplamda 10 kere yemek yaptığına şahit olmadığım bir kadın annem...

İleride elbette onun gibi olmak istiyorum.

Babam öyle kılıbık bir adam falan da sanmayın yani , aslan burcu kendisi, birkere en iyi en akıllı en mükemmel hep o. Kötüsü bende aslan olunca bir ve iki(bir benim elbette) belli bizim evde, diğerleri kendi derdine yansın...

Ama ben bu işi çözemedim arkadaş, madem bir ve iki belli pratiğe de yansımalı öyle değil mi?

Değilmiş, annem dizisini izler babam iş yapar , babam annemden iyi yemek de yapar, marketten döneriz hammalık babamla bana bakar. Ben iyi tatlı yaparım...

Biz iyiyiz diye gezeduralım evin bütün ağır işlerini babamla yapıyoruz sırayla, karşılığında toplum içinde en iyi olduğumuza dair ahkam kesmemize izin veriyorlar galiba. Hatta daha da kötü, kendi halimize bırakıyorlar belki de...

Ben dün dayanamadım kızdım artık ''kriterlerimi yükseltiyorsun yahu baba nerden bulucam ben senin gibi adam'' dedim? (dikkatinizi çekerim gene babam gibi! Hani biz öyle kaptırmışız bu en olayına kendimizi...)

Olay bir acaip değil mi? Aklını kullanan biziz sözde, sonra?

Sonra, bütün işleri yapan da biz...

Ağıza bir adet kesme şeker verip, hadi kızım deh! demek değil mi bu?

19 Mayıs 2011 Perşembe

Bir hikaye...



Kız ne zaman onu böyle çok sevdiğini hiç bilememiş...

Sadece her geçen gün de daha çok sevmiş, her geçen gün de bir parça daha hediye etmiş ona kendinden, çocuk sevginin nedemek olduğunu ona sarılırken fark etmiş.

Herşey hızlı çabuk ve mutluymuş, ayrı kaldıkları her süre yanyanaymışlar aslında ve sarılarak uyumadıklarında uyumak yokmuş. Yanyana nefes almıyorlarsa nefes hava hiçbirşey yokmuş.

Kaçmışlar, ve kaçarken yakalandıklarında ,kaybetmeye yaklaştıklarını onlarda anlamışlar; birtek öyle çok muş ki sevgi, hep bir bitiş tükeniş yaklaşırken ,o artmış.

Günler, günleri takip etmiş; iki ciddiyetsiz , alaycı genç yaratık dünyayı unutmuş.

Biri onlara hatırlatıncaya kadar , her yol kısaymış buluşacaklarsa ve en güzel zamanmış beklemedeyken geçen, eğer görüşülecekse.

Hatırlayınca, kız tükenişi beklemeye başlamış, elbette herşeyin sonu olacağı gibi bunun da sonu olacağına inanmış.

Ancak öyle olmamış...

Her gün daha çok daha çok sevmiş, birgün dünyadaki herşeyden çok sevildiğini farkettiğinde, her şeyden çok sevdiğinide anlamış.

Git demek her geçen gün daha zor olunca, ilk günün olabilecek en kolay gün olduğuna karar vermiş.

Kız gitmiş, konuşmuş ve yarısını orda bırakıp dönmüş.

Yarın yokmuş...

Dün acıtıyormuş...

Sabah onu görmeden uyanacağını düşününce ölmüş, dirilmiş sonra onu öpemeyeceği düşüncesiyle tekrar ölmüş ve her düşünce ile tekrar tekrar öldürmüş.

Güneşin altında yeni birşey yok...

Dünya üzerinde biri birinden tümüyle farklı ne var?

Yeni olan? Yeni kavramını hak eden ne?

Yeni olan ''BİZİZ''

''Yapılacak olan herşey yapıldı.''
''Mücadele edelim!''
''Ettiler,kaybettiler.''
''Kayıp kuşak''

Başarı liyakate bağlı...

Hata yapma lüksü hep elimizde olmalı yinede...

''Je t'aime''

''Je t'aime'' cekimini inceliyorum 2 gündür... Çekimin konsept tasarımcısı Z. Berhan Yılmaz, fotoğraf sanatçısı ise Mehmet Erzincan. Ne kadar begendigimi yada yaratici buldugumu bilmiyorum soylememe gerek var mi? Kotu birsey yazip daha gercekci görünmek de isterdim ama 20 yas deneyimim yeterli değil sanirim ''detaylica'' incelemeye devam ettiğim bu cekime dair ......... olsa daha iyi olurdu cümlesi kurabilmek için. Bu işte imzam olsun delice isterdim ama bunu söyleyebilirim.




Öncelikle çekim inanılmaz eğlenceli görünüyor, kocaman pandaları ve iyi kombine edilmiş parçaların eşlik ettiği modelleri barındıran kareler kesinlikle nerde olursa olsun dikkat çekmeyi başarıyor.Panda bir karede modele kırmızı halıda eşlik ediyorken, diğer karede karşısında durup , onunla öpüşüyor, uzaktan uzağa acı acı onu izlediği ve modelin pandaya sırtını döndüğü kare de çok güzel bence.Ama en çok panda'nın modelle tango yaptığı kareyi sevdim. Çekim için yapılan mekan tercihleride bence çok başarılı, her kare için farklı bir mekan seçilmiş. Mekanlar iki karekteri adeta bakanın gözüne sokuyor ve arka planda, sade ama etkileyici bir fon oluşturuyor. (önde olma, arkada olma durumu her kare de çok belirgin)


Çekim sanki modaya aşık olan, onun için acı çeken, ona tutkuyla bağlı ve ona yakın durmaya çalışan; yinede kendine özgü tarzından çok ödün vermek istemeden tüm bunları yapmayı deneyen bir pandayı anlatıyor ve bu noktada modayı kendinize uydurarak ona uyun der gibi...



Bir taraftanda çok sevimli bir hayvan kullanarak belki ''moda'' ve ''hayvan'' barıştırılmaya çalışılmış, birinin diğerine zarar vermeden de güzel sonuçların ortaya çıkabileceğine işaret edilmek istenmiştir... Diye düşünüyorum ben... (Her dönem de kürkün moda olması, tasarımcıları ikiye bölmüş durumda çünkü...)





Bilmem..




Berhan bey'e sormak lazım, kendisi Borusan Flarmoni Orkestrasının konsept tasarımcısı ve yoğun bir dönemde, sorsak cevap verir mi acaba??


...


...




Bir cekim incelerken birkac gun boyunca tekrar tekrar ayni karelere dönerim genelde, farkli detaylar bulmaya calisirim. Bu cekimde de detaylari yakalamak icin çabaladim... Çabaliyorum.. Görmek istedigin kareyi önce hayal etmek sonrada yaratmak harika olsa gerek, tek bir karede bütün bir hikaye.. üstelik karakterler betimlemeye gerek kalmaksızın göz önünde olduğundan daha canlı ve bir kismi bakanin hayal gücüne bırakıldığından daha geliştirilebilir...





Konsept tasarımını yapan için yorumları duymak da muhtesemdir eminim, kendi hikayelerinin baska zihinlerde ne yone evrildigini gözlemlemek , çok sihirli olmalı...

Aybükecan ben değilim baştan söyliyim de bitsin bu dert!!!

Kalemime bir sınır olmasın istiyorum...

Çok mu şey istiyorum yani?

Bu bloğu tutup '' yatmadan önce 100 fırça darbesi kitabına çevirmicem elbette'' (çeviremem de zaten orası ayrı, ben aldım okudum o kitabı, hatun kafayı çizmiş ya yok öyle bir dünya!!)

Bugün annem gelip geçtikçe göz gezdiriyor bloğuma tabi daha linkini vermiyorum ,(Evet! Bir anda yaymak planım(hala böyle bi planım var yani henüz kabullenmedim kendin pişir kendin ye tadında yazılarım olduğunu)).

İçten içe korkmuş; ''ya bu kız aile sırlarımızı deşifre ediyorsa'' diye. Hatta daha kötüsü ''ya kendini deşifre ediyorsa'' diye (deşifre edilcek bir şey olsa da etsem keşke, yok diyorum inanmak istemiyor zavallım). Neyse annem hayıflanadursun bende güle oynaya yazı yazıyordum.

Sonunda dayanamadı... Oraya düzgün şeyler yaz haa dedi...(bir kere bu haa(!) burada çok kaba oldu annemi yanlış tanıtmak istemem kendisi nazi generali olsa , nazik bir nazi generali olurdu muhakkak) .

Şimdi düzgün şeyler derken??

Ben tam ağzımı açıyordum ki...

Vazgeçip sustum...(bazen susabiliyorum, kendimi bile şaşırtıyorum öyle zamanlarda)

Yahu dayımın halasının eniştesinin kızının torunundan bana ne! Şimdi ben şurda yazıcaksam o da o kadar işsiz güçsüz ki bunu okuyup(yazılarımı okuyanlar işsiz güçsüz değil bu sıfat tamlamasında bir hata var bende çözemedim, okuyup konuşanlar işsiz güçsüz o noktaya vurgu var bu cümlede) konuşacaksa söyleyin bana ben yazmasam da zaten konuşmaz mı??

Kurma hikaye yazarmışım, hikayedeki aybükecan karekterini ben sanrlarmış, aslında o karekter varya, o didemmiş kendini yazmış derlermiş, aybükecan ne yapsa benden bilinirmiş, yapmasa da yaptı derlermiş....... ....miş ......mış ....muş. Ben en son üst kata çıkarken; o otomatik pilotta, konuşuyordu. Giyindim, araba anahtarımı aradım, bulamadım, sordum dolapta diyip devam etti. Evden çıktım, arkadaşlarımla buluştum, oturdum , döndüm inanır msınız hala aybükecan'ın ben olmadığıma nasıl ikna edermişiz insanları kısmındaydı... Ağzı yorulmadı mı diye baktım yok spor yapıyor resmen, gitti rahat bir 500 kilokalori... Şuan blog yazıyorum o hala aybükecanla benim aramızdaki farkları insanlara nasıl anlatacağıyla uğraşıyor...

Ne enerji ne konuşma azmiymiş şaşırdım, yani bağımsız aday olsa, ben yemin ederim veririm oyumu sonunda susması ihtimal dahilinde ise bile...

Engin sussa diyorum...

Her reklamda fonda Engin Altan Düzyatan'ı duymaktan bıktım...

Neden mi?

Adamın sesi beni hasta ediyorda ondan!

Herşey şey bitti bir de ses takıntım başladı sayesinde... (Sesi Engin'e benzesin nedir ya...?!) (O değil engin nedir asıl?! Sanki kırk yıllık kankam!!) Hayır babannem hep der bana ''hem kız hem baldırı düz hem ucuz olmaz'' diye. Ben sanki hepsini buldum bir ses kalmıştı takmadığım o da Enginciğimin sesi gibi olsun diye dolaşıyorum. (Bu durum için çok terbiyesiz bir lafta var lugatımda buldunlu arıyosunlu ama bloğumu kirletmeyeceğim...). Kötüsü adama bok atamıyorumda!! (Bravoooo ne kadar naziğim sen git aramalı bulmalı lafı koymuyorum de , bloğum kirlenmesin diye vıdı vıdı yap arkasındaki cümlede ''bok'' kelimesini kullan , ''dam üstünde saksağan gel bize bazı bazı'' -düzeltmeyin biliyorum vur beline kazmayı olduğunu-)

Herneyse, ''sesi iyi ama ,adam aptal yaaa'' deme özgürlüğümü istiyorum... Yada ''zeki ama tipi cık, ha haayyy rüyasına teşfrif etmem'' deme hakkımı istiyorum...

Adama bazı şeylerden biraz, bazı şeylerden fazla, seste de son gaz bonkör davranmış güzel tanrım...

Yordunuz beni Engin bey cidden yordunuz yani...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Taşkışla'dan Taksim'e...

Taşkışla’dan her çıkış öncesi zorunluluk haline gelmiş gibi görünen bir ritüel tekrar eder. Ağır kapı itilir ve koca bir şehrin ortasında, tıpkı bir hazine gibi dışarıdaki hengâmeye inat huzurlu orta bahçe karşılar, geçiş ve çiğnenme mekânı olmaya itiraz eden orta bahçe duraklatır. Bir sigara ile selamlayarak, bir diğer kapısına yönelip hoşça kal dersiniz, huzurlu dikdörtgene…

Hep bir bekleme vardır bu taş yapıya giriş ve çıkışlarda, gerçekten denk mi gelir yoksa sadece bu binadan ayrılma ya da binayla birleşe sonucu, bilinçaltının duraksamasının bedene yansıması mıdır bilinmez…

Duraksama sonrası taş yapı sırta alınıp; sol koldaki yol yutulur. Solda Taşkışla uzanırken göz ileride ışıklara kayar, hız ayarlanır, ışığa yetişilir ya da her zaman olduğu gibi son anda kaçırılır.

Her ışık bekleyişinde solda gökyüzünü delen, sizi çiğneyen Ritz Carlton hırsla daha da, daha da yükselmek ister gibi karşılar bakışlarınızı. Gülümsersiniz, huzurlu dikdörtgen ve içinde yaşayanlarla nasıl bir tezatlık oluşturduğu çakar beyninizde aniden, bu trajediye kim bilir kaçıncı kez gülümseyerek geçer ve sağınızda Ceylan oteli sevgiyle bağrınıza basarak, saygı duyarak selamlarsınız, hırslı rakibi ile kıyaslandığında bu sevgi ve saygı duygularının kuvvetlenmesi kaçınılmazdır. Çokça mağrur görünür gözünüze.
Yokuş yukarı yürümeye devam ederek sağda yeşil ile karşılaşır, solda bitişik nizam yapıların önünden geçerek ilerlersiniz. Mümkün olduğunca yeşilden uzak ama inşaat ve tadilat çalışmaları nedeniyle solda da çok olamayarak; bazen sol bazen sağ ritmik ama plansız bir akışın içinde yerinizi alırsınız.

Bir süre sonra öğrendiğin içselleştirdiğin, meydan tanımını karşılamayan ama meydan adını alan o yere gelene kadar akış içinde devam eder ve solda batı yakası hikayesi ile karşılaşınca durur bakış atarsınız, örnek cepheye.

Meydan olup olmadığını sorgulayıp durduğunuz çiğneme alanı ile karşılaşma hep hızlı olur. Duraklatmaz! Seri, işini yapan bir memur gibi; işini yapar ve aktarımınızı tamamlar. Bir an durup bu iş kolik adama şöyle bir bakarsanız çekinmeden ekşittiği yüzüne; acele etmenizi öğütleyen bir bakış yerleştirir. Mecbur devam edersiniz…

Moda tasarım workshop'u(m)...

Bir workshop'a katıldım geri dönüşümlü malzemeler kullanarak tasarım yapacaktık...




Ortaya güzel tasarımlar çıkar ise, worshop'un akabinde bir çekim yapılacaktı; bir derginin eko ekinde yayımlanmak üzere...


Ben tasarımımı hayata geçirmek için; gazete ve tutkal kullanmayı seçtim, sonrada nasıl birşey yapmak istediğime dair hayaller kurup eskizler yapmaya başladım...


Oldum olası kabarık etekler uzun balo elbiselerini severim ben... Çocukken barbie bebeklerime de hep uzun kabarık eski fransız soylularının giydiği tarzda elbiseler dikerdim zaten...(büyükbabam ve büyükannem terzi çok ufak yaşta iğne iplik ile tanışma fırsatım oldu)


Hayalimde hep barok üslubunda bir sarayda, büyük bir baloya farklı tasarımlarla gider gelirim ben... Her balo için farklı bir elbise ve farklı bir barok üslubunda saray hayal ederim...


Madem hiç bir sınırlama ya da yönlendirme yok bu workshopta gazetelerden kabarık etekli upuzun bir elbise yapsam diye düşündüm sanırım çok da iyi yapmışım, sonucta ortaya çıkardığım şeyi ben çok sevdim...


p.s Çekim için gelen fotoğraf sanatçısı (Kerem Çobanlı) workshop için yapılan çekimde benim modellik yapmamı isteyince hem yazdım hem oynadım tadında birşey oldu... (Başka tasarımlarla poz vermek de güzel ama...) kendi tasarımını giymek ve poz vermek ne büyük mutlulukmuş anlatamam... Çekime ait 2 kare ekliyorum, bakalım sizin beğeninizi kazanacak mı?

17 Mayıs 2011 Salı

300 olmasa da bir kaç spartalı aranıyor...

Siyaset konusuna girmeyeceğim bu blogda dedim ben kendi kendime... Bloğa başlarken siyasi içerikli hiçbir şey yazmamaya söz verdim kendime... O yüzden tereddütlerim var yazmakta öyle ya biraz parti adı geçecek bu yazımda ama siyasi hiç bir amacım yok yalnızca xx kromuzomuna sahip bir birey olarak hayallerim(iz)le oynandı ona bozuluyorum...

Bir tartışma sonrası Erdoğan açıklama yapmıştı 4000 partidaşımızla çıkarız o halde bizde meydanlara diye, bunun üzerine devlet bahçelide ülkü ocaklarından 4000 kişiyle çıkabileceklerini söyledi, bbp elbette haklı olarak aynı çıkışı turan ocaklarındaki gençlerle yapabileceğine dair bir açıklama yaptı. Sonra geçen gün bir gazetede okudum Obamada 400 zenciyle katılsın o halde yazıyordu...

Şimdi öncelikli sorum neden 400? Ne fazlalığı var bu insanların ki? Niye o da 4000 değilde yalnızca 400 zenciyle katılıyor?

Neyse...

Bir akşam arkadaşlarla toplandık bu konu açıldı...

Bunun üzerine, bir geyik başladı; o zenci senin bu partidaş benim herkes gülüyor... Kızlardan birinin ağazından fırlayan şu cümleye kadar herkes mutlu mesut, kahkahalarla sürdüyor muhabbeti anlayacağınız... '' bende 300 saprtalıyla çıkarım o zaman meydana''

Bu cümle tüm kadınların gözlerini parlatırken , bir çok xy kromozomuna sahip arkadaşımın ölüm sessizliğine gömülmesine neden oldu, bir kere rakam ne 4000 di nede 400 ama hepimiz biliyoruz ki 300 spartalı yeterliydi bu işi çözmek için... Meclisteki 400 koltuktan bile daha etkiliydi 300 spartalı, 300 değil 50 tanesi bile çözüme giden yolda ışık olurdu kanımca...

Peki neredeydi bu 300 spartalı? Nefret dolu bakışlarla bu 300 spartalıyı nerde sakladığı ve neden bizim bundan haberlerimiz olmadığını sorguladık! Şayet sakladıysa günahtı, haksızlıktı; çevresindeki biz xx kromozomlulara.....( Bu ortamda böyle cümle kurulmaz sevgili C.G ortamda yaşları 25 ile 28 arasında değişen; evde kaldım psikolojisinde hatunlar mevcutken özellikle! Herkes birkaç iyi adam bile değil bir iyi adam derdinde hatun tutmuş 300 spartalı diyor yaraya tuz basmak değil kezzap dökmek, karın deşmek bu! Ne düşüncesizce bir hareket!).

Sessizlik çığ gibi büyüdü, konu da kapandı zaten...

Ama ben eminim...

Öncelikle tüm kadınlar olarak o kızın, 300 spartalıyı nerede sakladığını düşündük biz o gece... Hepimiz mecliste meydanlarda, bilimum mekanda, o 300 spartalıyı hayal ettik. Sonra o 300 spartalı 299,298,297...... şeklinde azaldı hergün...

Tekinin hayalini kurana kadar düştük, düşürdük yavaş yavaş beklentilerimizi...

Ben ikna oldum şahsen olmadıklarına...

Ama bazı arkadaşlar hala inamak istemiyor... Yok!! Diyoruz inandıramıyoruz...

300 olmasada birkaç spartalı arıyoruz biz şu günlerde hayır sanki birkaç iyi adamı bulduk birkaç da saprtalı olsun derdine düştük... Bolluk o derece... (Kekimiz var birde pastamız olsun derdindeyiz)

Şaka bir yana...

İnanın arkadaşlar, ben sorguladım hatunu yokmuş!! Olsa ben de istiyorum 1,2 tane...

Arkadaşımız olsunlar, sanat içerikli sohbetler yapalım, müze gezelim, film izleyelim,sohbet edelim, biz uyuyalım onlar başımızda kitap okusun hiç değilse...

Demek istediğim kimse çıkmasın yahu meydanlara yada çıksın kurtulalım! Çıkıcamlar çıkmıcamlar yüzünden kaç kızın hayali yıkıldı konu 300 spartalıya bağlanınca...

Olan yine biz zavallı xx kromozomlu kullara oluyor...

Son olarak; Sevgili tanrım 300 olmasa da bir kaç spartalı yolla, çok şey istiyorsun diyorsan bir kaç iyi adam da olur. Arkadaşlarım için istiyorum, kendim için istiyorsam ne olayım...