17 Nisan 2012 Salı

2 soru, 2 cevap



Sen bana bu soruları sorduğunda;
Farkettim..

Şimdi bile kaçıyor olduğumu...

Yazılarımı okudum, kelimeleri evirip çevirip aynı noktaya getirdiğimi ama nokta koyamadığımı farkettim.

Hep üç nokta koymuşum sonlara...

Kaçmışım..

Söyleyemiyorum demişim..

Anlasın, demişim.

Kendi kendimden yardım istemişim, susarak.

Kabul etme yine ama kaçtığının kanıtı bu üç noktalar demişim..



Hiç yazmaya, olup biteni kendi gözlerimin önüne sermeye cesaret edemediğim olmuş muydu?

Pek çok kez!
Bazen öyle korkuyorum ki bu tuşlara basmaktan.
Köşe bucak kaçıyorum.
Günlerce açmıyorum bloğumu.
Kağıt kalem almıyorum yanıma derse giderken...
Günlerce çizmiyorum bile..

Dayanamadığım zamanlarda oluyor elbette,öyle zamanlar söz veriyorum kendime..
Yazdıklarımı, okumamak üzere yazıyorum.

Yazmak..
Bilmek ve kabul etmek aslında,
Kendine unutma şansı vermemek.
Reddetmekten, unutmaktan vazgeçmek.

Kendi kendine konuşmak.

Yazdığın konu hassas ise şayet her bir tuşun, içine büyük bir darbe gibi aksetmesine izin vermek.

Nakış gibi işlediğini sandığın yazın , her kelimesiyle acıtırken seni , dur diyememek.


Oldu evet...

Bu cesareti gösteremediğim oldu, hemde pek çok kez..

Ve hala oluyor..

Şimdi yazsam kelimeler akar ve ben önüne geçemem biliyorum.

Ama yine cesaretim yok..

Düşünmeye, yazdıklarımı kabul etmeye, cesaretim yok..

Bir ışık bile yok...

Nokta koyduğumda, yaşayacağımı bildiğim şeyi yaşamaya cesaretim yok

Yazının bitmesi tüm bu darbeler zincirinin sonu değil çünkü..
Bittiğinde geçeceğini sanmak yanılgısı ilk sözcüğe gözlerimin kaymasıyla son bulur biliyorum.
Bir başkasının yazısını okur gibi içerim kendi kelimelerimi,
Tekrar tekrar okur, tekrar tekrar aynadaki aksıma bakarım,

Gördün mü?

Cevap için beklerken bile düşünmek yordu beni..

Bir de yazsam...



Yanlış yolda yürümek, doğru yolda beklemekten iyi miydi?

Yanlış olduğunu bildiğim bir  yolda yürüdüm ben.
Yürüken öyle mutluydum ki.

Yanlış olduğu aklımdan çıktı..
Yol altımdan akarken ayağım takılıp düşene kadar yürüdüm.

Her adım deneyimdi ve büyüdüm.

Doğru yolda bekleseydim, pek çok şey kaçıracaktım.
Düştüğüm için kanayan yerlere baktığımda ,
Evet acıyor, yalan söyleyemem..

Ama yine başa dönsem yürürdüm..

Doğru olan beklemekti belki..

İyi olan..

Güzel olan..

Yıpratmayan..

Ama bekleseydim, ben, ben olamazdım.

Şimdiyse doğru yolda mı bilmem ama bekliyorum...

Yanlış yolda yürümeyen hiç bir zaman doğru yolda bekleyemez kanımca...

Doğru yolda yürümek de bir seçenek,

Belki tüm bunlar bir tarafa tek düşünülmesi gereken odur.

Ve yanlış demişken...

Sahi yanlış nedir ki?

Yanlış yol,
Yolun başındaki sıfata yabancılaştım şuan ..

Zaman, mekan, durum...

Yanlış diye birşey yoktur belki de..

Zamansızlık vardır mesela,

Mekansızlık..

Kararsızlık..

Yanlış değil yapılan pek çok şey için uygun sıfat..

Bilmiyorum..

D.B



12 Nisan 2012 Perşembe

Öyleymiş..

Tek harf koysan başına..
İlk tahminimde bulurdum kelimeyi..

Hisler kelimeye evrilmez çoğu kez, sadece bir harfe takılıp kalır.
Harf anlatmaz kendini, o hep susar.

Harf susmuştu,
Kelimeyi öyle iyi biliyordum ki umursamadım bu kez.
Sesteki tını da yeterdi zaten , harfi koyan sen olmuşsa artık.

Harf yoktu, beden dilini takip etmedim,
Sende takipsizlik kararı almıştın zaten..
İzlemedin.

Çocuklar büyüyünce ,büyüdüklerini kabul edemezmiş yetişkinler, hep öyle demezler mi?

Öyle olmadı bu kez.

Büyüdüğümü kabul eden bir yetişkindi , harfi susan
Tahmin etmeye çalışmayan da onunla fikir birliği yapmıştı zaten..

Susmak da konuşmaktı bazen ve konuşurken de susabiliyordu insan,
Pek çok şey ama hiç bir şey söylememek de mümkünmüş.

Zaman hep yıpratma eylemini barındırmazmış bünyesinde, bazen sadece yıprattığını düşündürürmüş.
İlk hoyratlığı geçtiğinde harabe bırakır zannedilir ya hep..
Yanılgıymış.

Değer kaybedilmezmiş mesela, kazanıldıysa sükunetle bir kenarda beklermiş.

Beklemek çözümü getirmezmiş. Bazen tek bir tuş gerekliymiş.

Ateş yeterince güçlüyse rüzgar onu güçlendirir, söndüremezmiş.
Güçsüz olan ateşin sönmesi için rüzgar bile gerekmezmiş.

Ve öğretirmiş bazen biri gelip tüm bunları.

Konuşmadan.

Kalmadan.

Bakmadan.

Davranmadan.

Yalnızca varlığı anlamana yetermiş.


D.B

10 Nisan 2012 Salı

Sessiz çığlık

Bilmediğim bir yerde ayaklarımı karnıma çekmiş öylece, cenin pozisyonunda hareketsiz yatıyorum.
Bir kovuğun içindeyim sanki , beni koruyan bir şey çepeçevre sarmış beni..
Az önce yoktu eminim, ben gözlerimi kapatmadan hemen önce, yoktu…
Ben, kıpırdayamamıştım… Gözümü yummuştum sadece..
İşe yaramış demek buraya gelmişim.

Yarın Taşkışla’da masa açacağız, kadın atölyesi..

4 yıldır atılan ve duyulmamış sessiz bir çığlık için…
8 kişinin tecavüzüne uğramış ve davasının son duruşmasına , halen tutuksuz bulunan sanıkları son bir kez görmek üzere giden bir kadının sessiz çığlığını bu kadar zaman sonra duyduğumuz için, biz yarın bir masa açacağız.

Dava bize öyle uzakmış ki,

Hepimize..

Duymamışız..

Kilometreler varmış aramızda yüzlerce, binlerce kilometre..

İnsanlık olgusuyla bizim aramızdaki mesafe kadar,

O kadar uzakmış.

Nasıl duymadık?
Ne fark eder ki, değil mi? Susmaya, sonuç için beklemeye, sonuç alamamaya, uğraşmaktan vazgeçirilmeye ,usandırılmaya alışmış yıldırılmış bizler , duysak..

Sahi ne fark eder?


Ayaklarımı kendime doğru çekiyorum, kovuğun içi soğuk bir rüzgarla doluyor.
Üşüyorum..


Yarın Taşkışla da bir masa açacağız biz..

3 gün boyunca kilitli kaldığı o yerden çıktığında ne hissetmişti sahi?
Nasıl çabalayacak gücü buldu kendinde?
Şimdi son davasını ayakta izleyecek gücü bulabilecek mi?
Her gece kâbuslarında tek tek tutuksuz yargılanan sanıkların karşısında, gerçekten ayakta durabilecek mi?


Soğuk iliğime kemiğime işliyor.. Durdukça daha çok üşüyorum burada…
Kovuk çekiliyor sanki üzerimden, yer gök inliyor..
Ben hala öylece, kıpırtısız yatıyorum olduğum yerde…


Yarın biz Taşkışla da bir masa açacağız…

Hala ümidimiz var mı sahiden?
Benim…
Hala bir ümidim var mı?

Ya o kadın?

27 nisan günü, son dava günü..
O sessiz çığlık son kez haykırdığında..
Ya bir daha çığlık atmamak üzere susarsa?

Sen suçlu değil misin?

Ya ben?

Bizim davamız değildi değil mi?
Hiç olmadı..
Bize dokunmamıştı yılan…
Bin yaşasaydı…
Ya da fark etmez, yaşamasaydı..
Bizim davamız hiç olmamıştı ne de olsa..


Boğazımda bir düğüm var gözümü kapamaya korkuyorum artık.
Üşüyorum, kıpırdayamıyorum, nerde olduğumu, neden burada olduğumu bilmiyorum…
Uyanırım ve her şey gerçek olur diye korkuyorum…
Uyurum ve her şey gerçektir, hiçbir şey yapamam diye korkuyorum.

Yarın biz Taşkışla’da bir masa açacağız..


Fethiye’de dort yıldır görülen ve ağır cezaya gönderilmeye tenezzül bile edilmemiş bir davanın son dakikalarında bir şey yapmadık dememek için açıcaz.

Duymadım..
Duymamıştık…
Duysak ne değişirdi..

Belki biz de birer sessiz çığlık atardık..

Denerdik..

Sonra bir kez daha…

Kadının böylesine hiçleştirildiği bir ülkede bir kez daha, tekrar, tekrar denerdik…

Bazen öyle çok istiyor ki insan bir sessiz çığlık daha eklensin kendi çığlığına..
O çığlığa tutunup kalkabilmeyi, silkinmeyi, dik durmayı, geçti demeyi öyle çok istiyor ki..


Gözlerimi kapadım, açık tutsamda kapalı tutsam da fark etmiyordu nasıl olsa..
Hala üşüyorum
Hala hareket edemiyorum, bağıramıyorum.

Evet şimdi hatırladım, biz yarın taşkışlada..

Neden masa açıcaktık?


Gözlerimi açtım, her yer karanlık.
El yordamıyla algılamaya çalışıyorum, ancak hareket edebiliyorum bu kez, zorlasam bağırabilecek gibiyim.
Ayağa kalkıyorum…
Her yerim nasıl ağrıyor!
Nerdeyim?
Saat kaç?
Nasıl gelmiştim buraya? Bir tünel hatırlıyorum, karanlık.. Sonra bir ev, bahçe..

Tanrım artık geri dönmeliyim..

Bugün biz bir masa açacağız Taşkışla’da ve ben her nerdeysem buradan çıkıp, ayağa kalkıp, toparlanıp, tüm bunları aşıp!!


Orada olmalıyım..

Onun için,

Olmasa da, denemek için..

Bir sessiz çığlık daha ekleyebilmek için..

D.B

**

Bu gece uyuyamadım..

Öyle çaresiz oturup düşündüm onu..

İyileşir mi bir gün?

O 3 günü temizlemek için kaç kez doğması gerekir güneşin?

Akrep kaç kere daha geçer 12 çizgisini?

Bilemedim..

Başka 3 günler olmasın diyebildim sadece..

Hiç olmasın…

Ne olur olmasın…
























9 Nisan 2012 Pazartesi

Böyleyim; çünkü çok sevdiler beni..

Pek çok nedenim vardı sevmek için..

Bir kere sevmek güzeldi..


Herhangi bir şeyi severken hissettiğin şey ayan beyan mutluluktu işte..

Güneşi severken mesela, havanın ılık oluşunu severken, hep daha fazla hissettim ben, diğer insanlardan daha fazla hissettirdiler bana varlıklarını..


Çünkü ben gerçekten sevmiştim onları..


Seni tanımadan önce çok garip geliyordun demiştin bana, ama şimdi anlıyorum sana insanları sevmeyi öğretmişler..


Yanılıyordun; kimse bana insanları sevmeyi öğretmedi, bu öğrenilecek bir şey değildi.

Bir yerde tesadüfen bir başlama noktası veriyordu hayat sana,
Bir gün, yabancı biri gelip seni öyle çok seviyordu ki sen ondan sevgi kavramını öğreniyordun.

Onun sevgisi sana sevgiyi öğretiyordu,

Ama sen kendi kendine sevmeyi öğreniyordun...


Ansızın hayatına giren sevgiyle nasıl başa çıkarsın?

Kaçarak, reddederek... Belki de, seni mutlu etmesine izin vererek ve alışarak, karşılık vererek.


Ya ansızın içinde beliren sevgiyle? Nasıl başa çıkarsın?

İşte o çok zor..


Ben çıkamadım.. Çok korktum..

Sonra,


Sevgimi dağıtmayı öğrendim.

Pek çok şeye, pek çok insana, zaman zaman tökezlememe neden oluyor elbette, yanılmalarım hep sevgimden.


Pembe gözlüklerimi çıkarıp bir kenara koyarsam yanılmam, bende biliyorum. Ama şimdilik yanılmak pahasına takıyorum onları…


Bir gün , düşüp kırıldıklarında yerden alıp onarmamaya karar verene dek..



D.B

8 Nisan 2012 Pazar

ARANIYOR..

Bana sabretmeyi öğret...

Takıntılı gibi davrandığım ve çabuk sonuca gitmek istediğim her şey de biryerlere çarpmaktan , incinmedik yerim kalmadı artık..

Sonuç neden hep hızla elde edilen bir şey değil anlayamıyorum..

Oysa ben kimseyi bekletmeyi sevmem, tepkilerim hızlıdır, basit düşünüp de sonuca gitmeye çalıştığımda da daha komplike olaylarda da bu hep böyle olmuştur.

Kötü bir şey mi bu?

Beklentilerimin de bu yönde olması normal değil mi? Elbette bu hızlı sonuca ulaşmak takıntısı bana daha çok hata getiriyor... Ama beklemek de yıpratıyor.. Hızla yanlış sonucu alıp tekrar başlamak mı , uzun süre beklemek ve yıpranmak bunun sonucunda da doğru ya da yanlış bir sonuca ulaşmak mı daha tercih edilebilir..

İlkini seçiyorsam, hata riskini alıyorsam bu deneyimsizliğimden mi kaynaklanıyor?

Varsın öyle olsun..

Ben buyum..

Hep buydum..

Düzelmeyeceğim diye inat etmiyorum; ama düzeltemiyorum... Bende sabır kelimesinin bana bir kelimeden daha fazlasını ifade etmesini isterdim elbette.

Bekleme eyleminin her insan için olduğu kadar zor olmasını tercih ederdim, tercih hakkım olsaydı...


Aranıyor...

Belki bir büyüme iksiri...

Sabretmeyi öğretecek bir öğretmen...

Hindistana gidiş bileti ve bu arada da yüksek lisans yapıp, işe gitmeye devam edecek bir adet kopya d.b

Çözüm..

D.B

1 Nisan 2012 Pazar

Çarptım, şimdi toplayamıyorum..

Önümdeki duvarı farketmiştim ben aslında..
Ayağımı gazdan çekmem gerektiğini bilecek kadar aklım yerindeydi..

Ayağımı yavaşça gaz pedalından kaldırdım..
Yavaşladım..

Sonra birşey oldu..
Tüm kaslarım aniden kasıldı..

Ayağım pedala yüklendi..
Ben değildim o pedala basan..

Kontrolsüz bir uzuva nasıl müdahale edebilirdim ki?

Hızla bacağımı kavradım, pedaldan kaldırmaya çalıştım ayağımı, kol kaslarım bacak kaslarımdan daha güçlü değildi ne yazık ki..

Çarpmama ramak kala çekebildim ayağımı..

Geç kaldım, kontrolü sağlamakta..

Çarptım..


-Bu davranış şeklinin nedeni ne?

-Bilmiyorum, bende bir süredir kendim gibi davranmadığımın farkındayım aslında, Sadece...

Kelimelere dökemiyorum... Zor olduğundan değil ; anlayamadığım birşeyi nasıl anlatabilirim ki?

Acıyor..


-Neresi acıyor peki?

-Acı değildir belki tam kastetmeye çalıştığım, daha çok ağrı yada sızlama.. Bulantı da olabilir.. Sol tarafta aşağıya doğru, karnımda galiba..

 Boşlukta..

-Belki çok üzmüştür birşey seni olabilir mi?
Sende herşeyi o boşluğa doğru iteklemişsindir, ve herşey karışmıştır şimdi biribirine.. Savaş başlamıştır o boşlukta..

Boşluk dar geldiği için çeperlere yapılan basınçtır ağrı yada sızlama dediğin.. Ve karışmışlıktır mideni bulandıran..

-Şimdi sen bana yine zaman diyeceksin değil mi? O boşluktaki savaş bitene kadar..
O devinim hareketini sen tetikledin ama durduramazsın diyeceksin..
Ve nefret ediyorum ama yine o çözüm işte; bekle...

Ama bekleyemiyorum..

Çok uzun zaman bekledim ve artık geçsin istiyorum..

Anlıyor musun?

Yapamıyorum...

Bir çözüm bul bana; gerçek bir çözüm..

-Çocuksun sen!

Bunun çözümü yok..

Bekle.. Hepsi bu...