21 Haziran 2011 Salı

Meclise 29, Reina'ya tünel , Karşı komşuya renkli bir boxer, Hatice teyzeye de basur ilacı lütfen...

Bu gün gazete sayfalarını karıştırıyordum...

Fark ettim ki tüm sayfalar biri birine girmiş, siyaset sayfasının yarısından çoğu magazin haberleri ile dolu, magazin bölümünde de siyaset haberleri ile karşılaştım...

Amaç siyaset okuyanı sayfadan bıktırmak ve magazin okuma psikolojisinde birine de aman şimdi bununla uğraşamam dedirtip haber atlamasını sağlamak ve sonunda da sonuçta ben yayımladım yani haberi tarafsız yaklaşıyorum konulara demek ise; cevabım peki!

Ama bir ricam var...

Türkiye de satılıcak birşey kalmadı gerçi ama, bulur da satarlarsa pazar magazin eklerinde yayımlansın lütfen...

Bir de bu tünel di kanal dı açma(!) işlerine iyi girdik  ya biz! Meclisin içinde de bir ''meclis 29'' açılsın bir de Beşiktaştan Reinaya direk bir tünel açılsın...

Diyorum ben...

Sonra da onları satar ,magazin haberi yaparız...
...
...
...

Bir de bu açma konusunda, millet acmaya çok alışınca bazı sorunlar yaşıyoruz galiba...

Herkesin perdeleri açık mesela, üstelik görüntü güzelse hem izlenip hem şikayet ediliyor ama çirkinse tramvatik sonuçlar doğuruyor kötüsü ; insan acıyıp şikayet de edemiyor...

Arkadaşım aradı az önce  '' Ağlamaklı; d. yardım et karşı komşumun kocasının pamuklu donuyla evin içinde hoppidi hoppidi gezmesine maruz kaldım bir çare bulalım'' dedi. Ne desem boş, geçmez bu tramva.

Ama durum tersi olsaydı; arkadaşım (yanlışlıkla) perdeler açık iken soyunsaydı, ve adam izleseydi(ki izleyebilirdi) , karısı da bu sahneyi görseydi; kocamı ayartıyor bu üniversiteli kızlar diye rezillik çıkarmıştı çoktan, biliyorum yani...

Suç yine bizde yine bizde...

İyisi mi? ne biz! ne siz! Açılmasın canım o perdeler!

....
....
....

Yaşlı teyzelerin açıklığı da bir diğer sorun ;

Kural 1; Bir yaşlı teyze diğer yaşlı teyzeyle , apartman boşluğunda bağır çağır konuşuyor ise o kapı açılmamalı...

Alt komşum üst komşuma sesleniyordu, kuralı hatırlayıp bekledim bir süre teyze devam etti ''haticeeeeee , haticeeeee'' cevap olmayınca, (acelemde vardı) bu kuralı bir kenara bıraktım , koydum maket malzemelerimi kapının önüne, laptopumu aldım kapıyı kitliyordum ki, evet kaçamadım...

118 33 reklamlarını değiştirmek için o kumandaya ulaşamamak gibiydi; kapıyı hızlı bir şekilde açıp içeri giremedim ben..

Hatice teyze ''duydum du da(?) su tutuyordum, basurum azdı bu ara'' dedi. Sonrasını hatırlamıyorum...

Bütün gün gözümün önünde hatice teyze azmış olan basuru dolayısıyla su tuttu... (uykum da vardı her gözümü kapadığımda hatice teyze elinde lazımlık beni köşeye sıkıştırdı yemin ederim).

Günü nasıl bitirdim, ben biliyorum...

Yaşandı bitti demeyip ders çıkardım artık kurallarıma sımsıkı bağlıyım

YANİ...

Meclise 29, Reina'ya tünel , Karşı komşuya renkli bir boxer, Hatice teyzeye de balsur ilacı... LAZIM...

BENCE..

İnsan hissettiği yaştadır... Hımmmmm emin değilim ama KÜÇÜK hissediyorum..

Üniversiteye girdiğim yıla hatta orta okula başladığım zamana gidiyorum, sonra kabaca bir hesap yapıyorum biri 4 yıllık diğeri ise 11 yıllık bir zaman dilimini ifade ediyor , ortaokul neyse de üniversiteye başladığım günden beri tam 4 yıl geçtiğine ikna olamıyorum bir türlü,


4 yıl, 1460 gün 35040 saat... Tek kelime can buluyor zihnimde...


İMKANSIZ


Ben yaşamadım bu zamanı , yani olsa olsa 8,9 ay olsun hadi en fazla 1 yıl, 1,5 yıl, ama valla o kadar...

Koştura koştura bilgisayarı açıyorum, Yok! Tarih değişmemiş, gazetelere bakıyorum geri giden birşey yok!Yani elbette geri giden şeyler(!) var ama beklediğim başka bir geri gidiş, mecbur kabul ediyorum.


Zaman hızlı akıyor...!


Ne zor şeymiş zamanın geçmesi, durmaması en kötüsü bireyin bunu idrak etmesi; herkes biliyor da, alt beyine itiyor sanırım bu gerçeği, benim annem mesela ben onu bildim bileli 35 yaşında, bende 17 civarlarında takılıyorum, yukarısını kabul etmiyorum. Buna göre mi yaşıyorsunuz derseniz?! Hayır, ama zihnimizi buna göre şekillendiriyor olabiliriz.


Aslında küçüklükten başlayarak söylendi, bu bize de, hani bazı şeyler kolay kabullenilmiyor, öyle birşey bu da.

Aa geçti harbiden! demek gerkiyor demek ki. ''Yaşamazsam öğrenmem'' psikolojisi! (bkz. seçim, anketler, olmazlar, imkansızlar bal gibi ortada bir adet sonuç )


Yoksa James Barrie de o timsahın içine o tiktakları boşa koymadı yani, varolmayan ülkede bile zaman'ı düşman algılatarak birşey anlatmaya çalıştı mutlaka da. 10 yaşın da velet iken zaman diyince biri, 18 olsam haydi lilililli diye takılıyorsun tabi; Peter Pan ne yapsın...!


Hadi Peter Pan'de anlayamadın kızım d., lafa gelince sürrealist çalışmaları seviyorum. Freud bla bla, Andre Bretonda o şiirde bunu anlatıyor... Aslında Picasso....; şöyle böyle diye ahkam kes sonra Dali yırtına yırtına saat eritsin anlama ; nitekim anlamamıştım da...


Bugün de vahiy falan inmedi, sadece komşu teyze rap söyler bir üslubla ''hey d. seneye mezun oluyorsun ; hadi bakalım bundan sonra artık hayat daha da hızlanır'' dedi. Ta taaaaaaam; Vee! Peter Pan'miş Dali'ymiş hepsini yalan etti.


Belki çok ağırdı ama; şuan ''Zamanı içimde hissettim'' deyip ağzımı büzdüre büzdüre kafa sallıyorum; en kısa sürede en ağır şekilde farkındalık oluşumu bu etkiyi yapıyor olsa gerek...


Zamanı herkesin içinde hissetmesi dileklerimle..

20 Haziran 2011 Pazartesi

Üç yumurtayı kırdım önce portakal dilimledim ince ince, göz kararı da biraz süt kattım kalktım sana kek yaptım...

Suratsız bir kaptan, sevimli miçolar ve 4 gün boyunca soluganlardan kaçarak ne yaptım ben...

Eğlendim...

Çok sey öğrendim, çok şaşırdım, çok yandım,çok güldüm, çok yedim ne yaptıysam çok olmuş; ancak fark ettim.

Sorsalar, siyaset üzerine yapılan esprileri; apaci melodisiyle aynı potada eritmeyi tercih etmezdim, aseksüelitenin doruklarına ulaşmamı sağlayacak her muhabbete de kulak tıkardım ama bir yerden sonra iç iç iç iç .... şeklinde dolaştığımız sevimli yatımız da tüm bu durumlara karşı çok savunmasızdım,koruyamadım kendimi.

Kafam karışmış, o kadar meşrubat tüketiminden sonra; ana başlıklarım çok hata veriyor; aseksüelim ama spartacus gerçeği ortada, en az üç çocuk doğurucam adam haklı beyler, bronzlaşıcam çünkü yananı görür allah,  gencim güzelim seni üzerim hareketi bilinç altının dışa vurumu, bundan sonraki her seçimde oyum en yakışıklı başbakan adayına, kariyermiş okulmuş hepsi boş galiba, bol aş kaygısız baş derdine düşmeli , 34 beden olmam engelleniyor , nutella kavanozu dolapta ise geceler zindan geceler, yüksek lisans yapsam kendimle çelişir miyim, ne güzel şey baba parası yemek, tüm bu konular arasında git gellerdeyim, gittiğim ortada da sağlam dönerim inşallah.

Tüm bu karmaşanın arasında üniversitemin güzide(!) öğrenci işleri çalışanları sistemimi kilitleyince erken İstanbul ŞOK 'u yaşadım.

Otomasyona teşekkür..

Herşeyi aşmak sizinle kolay beyler...

p.s Sevgili B. güneşte kalınca sarardım canım, al başına belayı okadar söyledin oldu sonunda. Bu gerçekle yaşa da gör! Ben sana kırk defa söylersen olur demedim mi... Üzerine öküz oturmuş gibi hissedersin tabii hakettin bunu...

Hiç korkmadım da, beklemek... O yordu!

Ben bir hayal yarattım ama içi dolmadı...


Siz de hiç gerçek olan birine, hayalinizde özellik yüklemesi yaparak sonunda hayal kırıklığı yaşadınız mı?


Evet çok saçma, yüklemeseydik yani değil mi? Ortada  o özelliklere sahip olduğunu idda eden hatta belki o özelliklere sahip olmayı isteyen kimse yok iken, eklemek. Yalnızca ekleyenin sorunu bu...


Hayaldeki artılar bir noktaya geldiğinde elbette eksiye dönüşecek kim superman sonuçta değil mi ki? Birde sormak lazım superman'e layık mıyız ki?


Kör satıcının kör alıcısı olur derler, ben tutturdum yeşil olan olsun diye, neden bile yok.. Yeşil de yeşil! E aldım(!) sonunda yeşili sarı olarak. Suçlu satan değil belki o bile elindeki sarıyı yeşil sanıyordu değil mi ama?


Bu körlük geçici diil ne yazık ki! Geçici diye bekledim bekledim birde baktım bekleyecek birşey yok kimse bana geçici de dememişti üstelik geçici olduğunuda hayal etmişim demek ki artı artı üzerine eklerken.


Yeşil , sarı bir tarafa siyah var asıl... Siyah perdenin arkasında olanı hiç görmedim ben, belki çıkacak olan da yeşil değil kırmızı,pembe,sarı,mor, mavi hiçbiri değil. Bana siyah verip bak bu mor derlerse körüm işte nasıl ayırt edicem ki.


''Bak d. bu mor...''


Sahi körler renkleri hissedebilir mi ki acaba? Hep kör birine renkleri anlatmayı hayal ettim, tek tek renkleri değil, renk kelimesini anlatmayı bile beceremedim. Simdi bana  da anlatılsın istiyorum, ben anlatamamışken başkasının anlatmasını beklemek...


Ben körsem ve bu elimdeki yeşil değil sarı ise bile ve siyah perde de sadece his ise; arkasını merak etmiyorum. Sarı 'yı zamanla yeşile boyayabilirim ben. Bu; arkasından ne çıkacağını bilmediğin bir perdenin açılmasını ve arkasından doğru rengin çıkmasını beklmekten, istemekten daha kolay, hatta belki daha doğru.


Daha ''Güvenli'' olması umrumda değil, öyle bir derdim yok çünkü...


Sonuç ben bu sarıyı yeşile boyamaya karar verdim, perde , arkasındaki renk , oyun ve o oyun nerde oynanıyor umrumda! (değil)(!)


Ama üzerine yazdığım biçimiyle hatırlamak ... bir alışkanlık bende... Bir de sen sevmiştin, akıcı(!) olmuştur umarım...


Kolay gelsin...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Gereken; hamle sayısını tamamlamak ise neden pes edeyim?

Her yenilikten korkuyorum ben...


Her başlangıç bir gerginlik...


Öss'de bile ilk soruyu beklemedim mi rahatlamak için, yarış atı gibi hissediyorum kendimi, hırslarımı sevmiyorum, bazen yalnızca gitsinler ve dönmesinler istiyorum...


Yenilik bilinmezliği de getiriyor ya beraberinde belki onun korkusudur bu...


Eski iyidir...


Oyun oynamayı çok severdim. Kendi kendime oynuyordum. hesaba katmadığım bu hayatta tek başıma olmadığımdı galiba...Hayatıma giren insanlarıda kendi oyunuma dahil ettim, en iyi oyun arkadaşımı da böyle kaybettim...


9 yaşımda başladığım bir oyunun son piyonunu düşünmeden kaleye çevirerek büyük bir hata yaptığımı farketmek için 20 yaşıma girdim, geç kaldım...


Sahi geç diye bir şey yok ki hayatta...


Her geç'i bir yeniyle alt edebilirim sanıyorum...


Eğer bir piyonum daha var ise ,ki nefes alıyor isem var demektir, onu son kareye getirdiğimde istediğim taşı alabiliyordum; değil mi? Vezir ,şah yada kaleyi değil... Kendi piyonumu istiyorum...


Öyleyse..


Son piyonla, istediğim piyonu kazanmak üzere oynayacağım, nasıl olucak hiç bilmiyorum.


Sonra o piyona piyon olarak çok değerli olduğunu anlatmalıyım, kale yada fil olmak istememeli.


Benim en değerli taşım, olarak kalmalı, aynı oyunu oynamamalıyım onunla, şimdi kaybedilmişler arasında bile olsa o hala benim en değerli taşım. Hiç kaleye çevirmemeliydim onu...


Hep kalmalıydı...

14 Haziran 2011 Salı

Hala düz kontak yapabilir(im) miyim...?

Babannemin mahallesi, şehrin eski insanlarının oturduğu mahallerden biri (eski insan(!) ,sıfat tamlamam ne acaip?!)

Ben küçük bir serseriydim, ilkokul dörde kadar... Düz kontak yapmayı bile öğrendim, sol açık oynardım, en uzağa tükürürdüm.(En uzağa işemeyi hiç denemedim, serseri , evet ama aptal değildim)

Mavi bir kotum bir de mavi t-shirtüm vardı, kimse öldür allah başka birşey giydiremezdi bana, giymezdim.

İddaya girdim kolumu kırdım, yarılmamış biryerim de yoktu benim.

İlkokulda babannemin mahallesinde akşam ezanı eve giriş zilimdi. Bazen geç okunsa hatta okunmasa(!) diye dua(!) ederdim.(ne ironik!)

8 yaşımdaydım mahallenin serseri çocuklarından birine aşıktım, 11 yaşında acaip esmer bir çocuktu, ama herkesi korkuturdu... En çok herkesin ondan korkmasını ama benim ona istediğim gibi şımarıklık yapabilmemi severdim galiba. O da beni severdi bence, roller skate yarışı yapmıştık bir kere yokuşun tepesinde düşmüştüm, babanneme kadar taşımıştı beni, ağlamamak için zorlamıştım kendimi(yarı erkek yarı kız bir şeydim ben) kapımın önünde beklemişti. Hatta ağlamıştı canım acıdı diye benim için ilk ağlayan erkekti...

O mahalleden iki de kız arkadaşım vardı, boyları kadar çocukları varmış. ben ilk okul 3'te iken onlar 5. sınıftı. Evlendiler.(Şakacıktan değil, kızlar gercekten evlendi mahalleli ağzıyla kocaya kaçtı.)

İlkokul 3 ten sonra babannemde kalsam bile eskisi kadar çıkmamaya başladım sokağa.

Koptum..

Sonra 10 yaşımda koleje geçtim böyle inek birşey oldum bir haller oldu bana, ne oldu nasıl oldu bende bilmiyorum. Bir daha o çocugu da görmedim... Hapse girmiş çıkmış... Ne acaip yahu 9 yaşımda ayrılmış hayatlarımız.(9 yaşımda bıraksalar evlenirdim ben onunla , akşam sabah futbol oynar, roller skate yarışı yapardık yada benim hayalim bu olurdu...)

İnsan hayatında 10 yıl çok şey... Bazen de hiçbir şey...

Hepsini özledim desem yalan olur. özleyecek kadar tanımadım hiç, kendimi bilmediğim bir zamanda anılar edinmişim sayelerinde...

Arada düşünüyorum nerdeler, ne yapıyorlar, hiç düşünüyorlar mı onlarda beni...

Kum torbası...

Koşuyorum ama yorgunum, niye bağladım bu kum torbalarını diye ayaklarıma bakıyorum, anımsadım; daha güçlü olmak için bağlamıştım.

Hayır, yalan attım , ben bağlamamıştım gerçekte onları.

O bağladı, ben söktüm; ama hala yorgunum...

Tekmelerim daha sert artık, onlarla koşmaya alıştığımdan, olmadıklarında daha hızlı koşuyorum...

Ama yara izlerim duruyor... İlk zamanlar çok düştüm onlarla koşmaya çalışırken, hep yaralanmışım farketmemiştim... Söktüm, kum torbalarımı ,yoklar! Ama yaralar... Onlar hala var... Sadece izleri bile olsa ben yerlerini biliyorum.

Bak!! Sende gör! Yok kum torbaları, endişelenme artık...

Bacaklarım, daha güçlü ama daha çirkinler... Zamanla düzelirler dimi...?

Eskisi gibi olsunlar istemiyorum elbette ama düzelirler...
Dimi?

Gidicem ve gelicem... Her döndüğümde biraz daha biz olucaz, daha fazla biz, daha fazla, daha fazla...

Hadi uyu ve endişelenme , inan sen bana üzülmesen hiç bir kaybım yoktu benim.

Yarı kapalı yarı açık gözlerin... Uyudun ama,hissediyorum, hala endişelisin..

Endişeli nefes alışverişin.

Böyle ol istemiyorum...

İnan bana...

Bak onlar DAHA GÜÇLÜLER...

Ben DAHA İYİYİM...

p.s  Hep bana diyorsun ki benimle ilgili hep şakalı , zıpzıplı şeyler yazıyorsun=) E, seninle çok eğleniyorum da ondan sanırım, bir de o kadar az insan kaldırıyor ki şaka... Al madem, öyle istedin bende öyle yaptım, sana yazdım... Ciddi yazdım, şaka ve zıpzıp yok bu kez... Ciddiyetin dozu kaçtı galiba biraz, belki de henüz doz tutturacak kadar büyümemişimdir... Seni seviyorum...

11 Haziran 2011 Cumartesi

Şarap şişesinde balık olsam, dalsam, çıksam ya da sadece kahkaha atsam...

Her gün yeni bir şeyler öğreniyor insan kendine yeni vasıflar ekliyor. Deneyerek, pek çok şey kazanıyor , kaybediyor, ama tekrar denemek için düşse de kalkıyor.

Bütün hayat , amaçlar tek bir şeye odaklı; Mutluluk...

Sahi çok mu zor mutlu olmak, zor olan sürekliliğini sağlamak sanırım...

Mutluluk üzerine bir hikaye okumuştum. Didaktik bir amaçla yazılmıştı. (Mesnevi'de okumuştum diye hatırlıyorum, ancak belki başka bir

yerde okumuş da olabilirim.)

''Bir kral , mutluluğun sırrını öğrenmek isteyen oğlunu, uzak ülkelerden birinde yaşayan, bir alimin yanına gönderir.

Oğlan gider alimin bulunduğu yere ve ona mutluluğun sırrını öğrenmek istediğini söyler. Adam peki der, ama önce; genç bir şey yapmalıdır.

Alim, bir çay kaşığının içine bir damla zeytin yağı damlatır, ve gençten gidip bütün evini dolaşmasını, duvardaki tabloları, mobilyaları incelemesini ve sonra yanına gelip , neler gördüğünü ona anlatmasını ister. Ancak genç adam bunu yaparken çay kaşığını elinde tutacak, ve o bir damla zeytin yağını dökmeyecektir.

Genç adam gider bütün evi dolaşır ve geri gelir, çay kaşığının içindeki damla hala dökülmemiştir. Alim genç adama neler gördüğünü en çok neyi beğendiğini sorar ancak genç adam , cevap veremez çünkü bir damla zeytin yağına öyle konsantre olmuş dökmemek için öyle uğraşmıştır ki, böylesine onu dökmemeye odaklanmışken evi inceleyememiştir.

Bunun üzerine alim kaşığı tekrar adama verir ve yine zeytin yağını dökmeden gelmesini ancak bu kez evide incelemesini ister.

Genç adam gider evi gezer,duvardaki tabloların ne kadar güzel olduğunu, mobilyalarda ne kadar ince bir işçilik olduğunu farkeder eve hayran kalır. Bir önceki gezintisinde bunları nasıl farkedememiş olduğuna inanamayarak alimin yanına gider.

Anlatmaya başlar, alim sözünü kesmeden, gencin heyecanla tüm detayları anlatmasını bekler, sonra gülümser ve çay kaşığını işaret eder.

Genç adam çay kaşığını tümüyle unutmuştur, zeytin yağı da elbette dökülmüştür.

Alim genç adama döner ve '' mutluluk , güzellikleri farketmeyi ve hissetmeyi ertelememek ancak bunu yaparken kaşıktaki bir gram yağdan olmamakla mümkün'' der.

Mutluluğu elde etmek pek kolay görünmedi gözüme bu öyküyü okuduktan sonra...

Güzellikleri farketmek nispeten kolay olsa da aldanmamak ve bir damla yağdan olmamak zor.

Galiba...

Belki de değildir , belki tek yapmamız gereken önce ne istediğimizi farketmek, ve karar vermek sonrada onu nasıl isteyeceğimizi bilmektir...

Ben liste yapmaya başladım bile..

Başlamak bitirmenin yarısı demişti biri hatırlıyorum.














10 Haziran 2011 Cuma

İstedim de vermedi henüz...

Ben bu bloğu açtım iyi güzel de nasıl görünüyorsam artık bunu açtım açalı bir güzin abla oldum, sormayın gitsin.

Derdi olan bende, hayır bazıları geliyor benim sevgilim şunu yaptı, hadi bir yazı da şuna yazalım mı bile diyor.

Senin sevgilin aşağı kasımpaşa dolaylarında takılıyorsa ben ne desem boş...

Anlatamıyorum...

Bu arada...

Tamam ben dua ettim bir kaç Spartalı, bir Mehmet Günsür... istedim de, oldu gibi mi görünüyor ordan? Anlayamadım.

Bakın ne Mehmet var ortada ne Spartacus, yemin ediyorum inmediler şimdilik. İstedim de oldu olsa tamam ama yok yani dilek ağacı gibi davranmayın bana.

Banada şunu istesen diyenler azımsanmayacak sayıya ulaştı, hurafeciler neden bukadar yaygın böylece gayet iyi anladım.

1000tl Mehmet Günsür, Spartacus başına 750 TL Engin Altan 200TL .... diye fiyat listesi yapasım var. (Engin daha da yüzüme bakmaz bu fiyatlardan sonra, belki bakıcaktı çocuk! İnsan ne yapıyorsa kendine yapıyor ya!! )

KELİMEler YETse

Bir film izledim, bir yıl önce çekilmiş, yayımlanmamış henüz, yayımlanacak mutlaka bir gün.

Doğru zamanı beklemede..

İzleseniz ne uçuk kurgulamışlar dersiniz... Ben izledim başta bende öyle demiştim...

Birkaç kişi var tanıdığım. Senaryosu, çok ağır oyuncu tükenmiş ama çok deneyim kazandırmış bu film ona... kendinden çok şey eklemiş filme dedi.

İki kişi var; filmi onlara tavsiye etmemi hiç haketmedi.

...

...

...



Birileri okuyup kız ne kugulamış, derlerdi.

Belki bir kaç kişi ''Ya doğruysa belki de kurgu değildir!'' derdi...

Birileri ''Ya sonra??'' derdi...

Birileri ben biliyorum bu hikayeyi derdi. (Bazıları keşke bilmeseydi!)

Hikayem elimde ,hala yarım, bitiremiyorum...

En çok beni yordu bu nefret...

Sevmemek nedir biliyorum, bir sürü insanı çok sevdiğim gibi sevmediğim insanda çok, ancak hiç nefret etmemiştim ben kimseden, yada nefreti tanıyınca anladım , hiç etmemişim...

Her insan mutlaka aldatılmıştır bir kere...

Yanıltılmıştır mutlaka..

İçimde, çokca kin ve nefret vardı, çok yoruyor insanı.

Ben duygusal ilşkilerimde aldatılmadım, en azından ben öyle biliyorum, ama yanıldığım ,beni yanıltan dostum sandığım bir arkadaşım oldu, nefret en çok bulunduğu bünyeyi yoruyormuş, en çok onu acıtıyormuş, sayesinde öğrendim...

Bu nefrete bir yıl dayandım çok yordu beni... Mutsuz etti...

Kendim için(!) nefret etmemeye başladım, nefret duygusunu sildim , nefret ederek yorulmak istemiyorum ben...

1 Haziran 2011 Çarşamba

''Parla'' Eğer inanırsa her insan parlar...

Güneşin her gün bizim için doğduğunu unutuyoruz, haksızlık ediyoruz...

Bu mucizeye kaçımız teşekkür ediyor?

Kaybetmeden değerini anlayamadığım onca şey üzerine düşündüm bugün... Elimde olduğunda yalnızca olması gereken sandığım pek çok şey varmış... Farkettim ki onlar için bile teşekkür etmemişim.

Çıkarıp bir kenara koymuyorum onları, geçmişle yaşamamayı kısa süre önce öğrendim ben, en çabuk şekilde hemde. Delirmeye yaklaşmışken son anda sıyırmak öyle bir şey... Geçmişle yaşamamayı öğreniyor insan... Hayır! Geçmişi reddetmiyorum, öylece silkelemiyorum, tozunu alıp rafa da kaldırmıyorum... Tek tek özenle seçtim saklamam gerekenleri, gerisini, bıraktım.. İtmedim,örselemedim, silkelemedim yalnızca durgun suya bir tahta parçası bırakır gibi, bıraktım...


Öğrenemediklerim de var elbette bazen yaşayarak bile öğrenemiyor insan...

Yarın bu yılın 2. günü, hayatımın bundan sonrasının ilk günü...


Hayat 0 , ben 1 im demek değil bu, maç yapmıyorum, hayatta ,bende... Hikayenin sonu hep olamasada, çokca iyi bitsin istiyorum...

Hayatımda benimle birlikte parlasın... Sanırım bunu istiyorum...

Gözlerimi kapatıp yalnızca parladığımı düşünmek kolay..


Kendimize ''PARLA'' dediğimiz de gerçekten de parlıyoruz bence...

Bir karar aldım yarın sabah penceremi açıcam ve güneşe teşekkür edicem, yarın güneş, benim için doğuyor olacak, ve en kalabalık en gürültülü yerde gözlerimi kapatıp ''parla!'' diyeceğim kendime...

Bu güne dek ne yaptıysam , kendime yaptım; ekledim, çıkardım, üzdüm, üzüldüm, kırdım ,kırıldım... Haziran da başlıyor demiştim bu yıl benim için ilk günümde huzurluyum , 2. günümde de çok mutlu uyanıcam...

Siz de parlamayı deneyin , belki bir gün yolda geçerken biribirimizi görüp , nasıl da parlıyor deriz...