6 Temmuz 2011 Çarşamba

Dün gece Beşiktaş üzerinde uçuyordum...

İçim acıyor, bu roman iyi bitmeyecek...

Bazı şeylerin nasıl biteceğini hep bilirsiniz de sadece kabul etmezsiniz...

Sonuna kadar şansınızı zorlamak sanki sonucu değiştirecek gibi hissettiriyor insana değil mi? Sanki tanrı durup çok çabaladı bu kez kırmızı kar yağsın diyecek gibi...

Kabullenmek genel olarak zor..

Haksızlığa uğramaktan daha kötüsü bunu kabul etmek ve susmak sanırım...

Susmayı hiç beceremediğim bir zaman dilimi var, hep konuştuğum; konuşarak herşeyin çözüleceğini sandığım buna iman ettiğim bir dönem... Uzak olmayan bir dönem...

Her kapının anahtarı kelimeler değil! Değilmiş...

Ama her kapıyı açan bir maymuncuk var, kullanmak ustalık gerektiriyor, olgunluk gerektiriyor ama en çok deneyim gerektiriyor(muş).

Babama susabilmeyi öylesine istiyorum ki ama nasıl becericem bilemiyorum diyordum hep, uzun uzun konuşup bir sonuca varamadık biz. O biliyor ama öğretemiyordu...

Bana susmayı öğretmeyi deneyen çok insan oldu...

Bazen canımı acıtarak, çokca eleştirerek, giderek , gelerek, yalvararak, bağırarak her yolu denemişler...

Öğrenemedim..

Susarak elde edebileceklerimin sayısı damarıma basıldığı zamanlarda aklıma bile gelmiyor...

Hayır , hala öğrenemedim...

Dün akşam balkondan aşığı sarkıttım ayaklarımı, yukarıdan şehrin ışıklarını izledim sustum... Susmanın çok güçlü olduğunu bilirken nasıl olup da bir türlü teoriyi pratiğe dönüştüremediğimi düşündüm...  Susmayı bilen insanları ve neler kazandıklarını düşündüm; mevlananın niçin kendine suskun dediğini ve suskunluğu dinlemenin nasıl olabileceğini hayal etmeye çalıştım; Beşiktaşın üzerinde uçtum; balkona geri döndüm ; o yazıyı tekrar okudum.

 ''Hamuş bişrev''

Sessizliği dinleyebilirken suskunluğu dinleyemiyordum, dinleyemiyorum...

Nerden nasıl başlamalı bulamadım ama sessizliği dinlemek de bir adım olsa gerek değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder