Bilmediğim bir yerde ayaklarımı karnıma çekmiş öylece, cenin pozisyonunda hareketsiz yatıyorum.
Bir kovuğun içindeyim sanki , beni koruyan bir şey çepeçevre sarmış beni..
Az önce yoktu eminim, ben gözlerimi kapatmadan hemen önce, yoktu…
Ben, kıpırdayamamıştım… Gözümü yummuştum sadece..
İşe yaramış demek buraya gelmişim.
Yarın Taşkışla’da masa açacağız, kadın atölyesi..
4 yıldır atılan ve duyulmamış sessiz bir çığlık için…
8 kişinin tecavüzüne uğramış ve davasının son duruşmasına , halen tutuksuz bulunan sanıkları son bir kez görmek üzere giden bir kadının sessiz çığlığını bu kadar zaman sonra duyduğumuz için, biz yarın bir masa açacağız.
Dava bize öyle uzakmış ki,
Hepimize..
Duymamışız..
Kilometreler varmış aramızda yüzlerce, binlerce kilometre..
İnsanlık olgusuyla bizim aramızdaki mesafe kadar,
O kadar uzakmış.
Nasıl duymadık?
Ne fark eder ki, değil mi? Susmaya, sonuç için beklemeye, sonuç alamamaya, uğraşmaktan vazgeçirilmeye ,usandırılmaya alışmış yıldırılmış bizler , duysak..
Sahi ne fark eder?
Ayaklarımı kendime doğru çekiyorum, kovuğun içi soğuk bir rüzgarla doluyor.
Üşüyorum..
Yarın Taşkışla da bir masa açacağız biz..
3 gün boyunca kilitli kaldığı o yerden çıktığında ne hissetmişti sahi?
Nasıl çabalayacak gücü buldu kendinde?
Şimdi son davasını ayakta izleyecek gücü bulabilecek mi?
Her gece kâbuslarında tek tek tutuksuz yargılanan sanıkların karşısında, gerçekten ayakta durabilecek mi?
Soğuk iliğime kemiğime işliyor.. Durdukça daha çok üşüyorum burada…
Kovuk çekiliyor sanki üzerimden, yer gök inliyor..
Ben hala öylece, kıpırtısız yatıyorum olduğum yerde…
Yarın biz Taşkışla da bir masa açacağız…
Hala ümidimiz var mı sahiden?
Benim…
Hala bir ümidim var mı?
Ya o kadın?
27 nisan günü, son dava günü..
O sessiz çığlık son kez haykırdığında..
Ya bir daha çığlık atmamak üzere susarsa?
Sen suçlu değil misin?
Ya ben?
Bizim davamız değildi değil mi?
Hiç olmadı..
Bize dokunmamıştı yılan…
Bin yaşasaydı…
Ya da fark etmez, yaşamasaydı..
Bizim davamız hiç olmamıştı ne de olsa..
Boğazımda bir düğüm var gözümü kapamaya korkuyorum artık.
Üşüyorum, kıpırdayamıyorum, nerde olduğumu, neden burada olduğumu bilmiyorum…
Uyanırım ve her şey gerçek olur diye korkuyorum…
Uyurum ve her şey gerçektir, hiçbir şey yapamam diye korkuyorum.
Yarın biz Taşkışla’da bir masa açacağız..
Fethiye’de dort yıldır görülen ve ağır cezaya gönderilmeye tenezzül bile edilmemiş bir davanın son dakikalarında bir şey yapmadık dememek için açıcaz.
Duymadım..
Duymamıştık…
Duysak ne değişirdi..
Belki biz de birer sessiz çığlık atardık..
Denerdik..
Sonra bir kez daha…
Kadının böylesine hiçleştirildiği bir ülkede bir kez daha, tekrar, tekrar denerdik…
Bazen öyle çok istiyor ki insan bir sessiz çığlık daha eklensin kendi çığlığına..
O çığlığa tutunup kalkabilmeyi, silkinmeyi, dik durmayı, geçti demeyi öyle çok istiyor ki..
Gözlerimi kapadım, açık tutsamda kapalı tutsam da fark etmiyordu nasıl olsa..
Hala üşüyorum
Hala hareket edemiyorum, bağıramıyorum.
Evet şimdi hatırladım, biz yarın taşkışlada..
Neden masa açıcaktık?
Gözlerimi açtım, her yer karanlık.
El yordamıyla algılamaya çalışıyorum, ancak hareket edebiliyorum bu kez, zorlasam bağırabilecek gibiyim.
Ayağa kalkıyorum…
Her yerim nasıl ağrıyor!
Nerdeyim?
Saat kaç?
Nasıl gelmiştim buraya? Bir tünel hatırlıyorum, karanlık.. Sonra bir ev, bahçe..
Tanrım artık geri dönmeliyim..
Bugün biz bir masa açacağız Taşkışla’da ve ben her nerdeysem buradan çıkıp, ayağa kalkıp, toparlanıp, tüm bunları aşıp!!
Orada olmalıyım..
Onun için,
Olmasa da, denemek için..
Bir sessiz çığlık daha ekleyebilmek için..
D.B
**
Bu gece uyuyamadım..
Öyle çaresiz oturup düşündüm onu..
İyileşir mi bir gün?
O 3 günü temizlemek için kaç kez doğması gerekir güneşin?
Akrep kaç kere daha geçer 12 çizgisini?
Bilemedim..
Başka 3 günler olmasın diyebildim sadece..
Hiç olmasın…
Ne olur olmasın…